Çarşamba, Ekim 13

Ben yaşarken koptu tufan

Şair İsmet Özel’in “Celladıma Gülümserken çektirdiğim resmin arkasındaki satırlar” şiirinden alıntıladım yazının başlığını.
Aslında yaşadığım her şeyi anlatıyor bu kelimeler.
Bir tufandır yaşadıklarım.
Milli Görüş’ün tufanı bir nevi.
Milli Görüşçü herkesin yaşadığı bir tufan.
Hepimizin hikayesi birbirine benziyor.
İlk kırılmayı 2002’de yaşadım.
1999 yılında Fazilet Partisi’nin son kongresinde Recai Kutan’a karşı aday olan Abdullah Gül’ün kongreyi kaybetmesiyle belirginleşen ve Fazilet Partisi’nin kapanmasıyla açığa çıkan durum ilk kırılmaydı hepimiz için.
Aslında 28 Şubat herşeyi değiştirdi demek daha doğru olur aslında. Post-modern darbe sadece Milli Görüş Hareketi’ni değil herkesi ve herşeyi değişime zorladı çünkü. Refah Partisi kapatıldığında yerine kurulan Fazilet Partisi Adil Düzen’i hiç mi hiç anmadı ve neredeyse terk etti. Çünkü toplum yaşananlardan RP’yi sorumlu tutmuştu. Süreci ve krizi doğru yönetememek ve Müslümanlara ağır bedel ödettirmekle sorumlu tuttular RP’yi. Bu yüzden yazıldı “Savunan Adam” yazıları. Hepimiz beğenmediğimiz Ahmet Taşgetiren’in o yazısını binlerce kez paylaştık herkesle. Bu suçlamayı hak etmediğimizi düşündük. Ancak topluma anlatamadık haklılığımızı ve FP katıldığı ilk seçimde Refah’ın çok gerisinde kalan bir oy aldı. Seçmen belediye hizmetlerine devam edin ama ülkeyi yönetmeyi beceremediniz dedi adeta Milli Görüş’e. Yani hazırlıksızmışsınız demeye getirdi. Başarılı bir 11 aylık icraat dönemi unutuldu gitti 28 Şubat sayesinde. Yeni kurulan FP, Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu ve Ali Coşkun gibi isimleri yönetime taşıyarak, kısmen sağcı – muhafazakar ve de liberal politikaların savunucusu oldu ama yine de kapatılmaktan kurtulamadı. Muhterem Recai Kutan’ın FP’nin kapatılmasının ardından TBMM’de yaptığı hüzünlü konuşmayı hiç unutmadım. FP birçok hususta politik hatalar yaparak yoluna devam etti. Sonra yenildik diyenler yenilikçi hareketi başlattı FP içinde ve AK Parti’nin fikri temelleri atılmış oldu.
Ve FP’nin kapatılmasıyla FP’den iki parti ortaya çıktı. Saadet Partisi ve AK Parti.
Sonra Saadet’li yıllar başladı bizim için.
2002, 2004, 2007 seçimleri, sonuçları bakımından bakıldığında Milli Görüş bitti diyenlerin sayısını arttırdı. Kimileri de Milli Görüş’ün temsilcisi olarak AK Parti’yi gördüler. AK Parti’nin ana omurgasını oluşturan isimlerin büyük kısmı Milli Görüş’ten gelenlerdi. Saadet Partisi’nin sandık görevlileri bile AK Parti’ye oy verdim diyerek itiraflarda bulunuyorladı o dönemde. Saadet Partisi bir türlü ne yerel seçimlerde ne de Genel seçimlerde toplum için umut olamadı. Saadet Partisi her seçim sonunda aldığı başarısız sonuçlar nedeniyle kendi içinde tartışmalar ve kopuşlar yaşadı. Bu süreç 2008 yılına kadar sürdü ve sonunda Muhterem Recai Kutan yeniden Genel Başkan olmak istemediğini ve görevi devretmek istediğini net bir şekilde dillendirmeye başladı. Kutan yorulmuştu ve sağlık sorunları yaşıyordu. 2008 yılının Ekim ayında Saadet Partisi gecikmeli olarak 3.Olağan Kongresi’ni yaptı.
Ve ilk defa Erbakan Hoca’nın yakın çevresinin dışındaymış gibi görünen bir isim olan Numan Kurtulmuş Genel Başkan seçildi Saadet Partisi`nde.
Dedesi Numan Kurtulmuş ve babası Dr.İsmail Niyazi Kurtulmuş’u, O Genel Başkan olduktan sonra tanıdı Milli Görüşçüler. Köklü bir aileden geliyordu. İslami camiada bilinen ve binlerce talebenin yetişmesinde büyük pay sahibi İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucu ve öncü isimlerinden biriydi Dr.İsmail Niyazi Kurtulmuş.
Kurtulmuş FP döneminde İstanbul İl Başkanı olarak girmişti aktif siyasete. İktisat doçentiydi o dönemde.
Eşi Sevgi Kurtulmuş’ta doçentti fakat başörtüsü nedeniyle ayrılmak zorunda kalmıştı İstanbul Üniversitesi’nden.
Numan Kurtulmuş 2004 yılında Profesör oldu.
Recai Kutan’la birlikte Genel Başkan Yardımcısı olarak siyasete devam ederken, bir yandan da Ticaret Üniversitesi’nde ders vermeyi sürdürdü.
Genel Başkan olduktan sonra da üniversite de ders vermeye devam etti.
Milli Görüşçüler için bir umut oldu Numan Kurtulmuş.
Bazıları ne kadar da Erbakan’a benziyor değil mi dediler.
Hatta bir röportajda Erbakan Hoca’nın gençlik yıllarında çekilen bir fotoğrafı ile kendi fotoğrafını yan yana koyan bir gazeteci “Erbakan’a çok benziyorsunuz” diyordu.
Genel Başkanlığı’nın üzerinden henüz 6 ay geçmişti ki, yerel seçimler gerçekleşti.
Anketlerde hiç şans tanınmayan ve neredeyse yok sayılan Numan Kurtulmuş önderliğindeki Saadet Partisi 2 milyonun üzerinde oy alarak 5,2’lik bir oranla seçim sonucunda başarısı en çok konuşulan lider ve parti oldu. Herkes bunun önemli bir başarı olduğunu kabul ediyordu.
Bu sonuçların ardından Numan Kurtulmuş Türkiye’nin geleceğine damga vuracak siyasetçilerinden biri olarak anılmaya başlandı.
Numan Kurtulmuş’a ilginin artması ve liderliğinin güçlenmesi Erbakan Hoca’nın çevresindeki bazı isimleri rahatsız etmeye başladı her nedense. Özel toplantılarda ve parti içi çalışmalarda Erbakan Hoca adına hareket ettiğini söyleyen birileri tarafından, Genel Başkan’dan habersiz bazı çalışmalar başlatıldı.Tabanda ve teşkilatta oluşan Numan Kurtulmuş sevgisinin karşısına, Erbakan Hoca’nın liderliğini ve sevgisini koymaya başladılar bazıları. Partinin Genel Başkanı’nın lider olamayacağını ve liderin sadece ve sadece Erbakan olduğunu sık sık telaffuz etmeye başladılar. Parti içi eğitimleri “itaat ve sadakat” seanslarına döndürdüler.
İçten içe Numan Kurtulmuş’a olan güveni kırmaya ve Numan Kurtulmuş’un da herhangi bir Milli Görüş kuruluşunun başındaki isimle aynı özgül ağırlıkta olduğunu her fırsatta tabana ve teşkilatlara söylemeye başladılar. Yani onlara göre AGD, ÖĞDER gibi kuruluşların Genel Başkanı olan isimlerle Numan Kurtulmuş arasında bir fark yoktu.
Numan Kurtulmuş’un üstünde Yüksek İstişare Kurulu’nun olduğunu ve isterlerse bir kalemde görevine son verebileceklerini söylediler yakın çevrelerine. Üstelik Erbakan Hoca ile yapılan özel görüşmelerdeki bilgileri gençlerin ellerine tutuşturup Genel Başkan Numan Kurtulmuş’un ilkelere ne kadar bağlı olup olmadığını testten geçirmelerini istediler.
Ve sonra kongre de kürsüyü işgal ettirdiler gençlere o adamın önderliğinde. Görüntülerde gençlerin önünde kürsüye yürüyüp sağa sola bağıran o adam hakkında çıkan haberleri yalanladı. Sonra delegeyi zorla salondan çıkaranları gördük. Delegeye mesaj atıp salonu terk edin diye çağrı da bulunanlar Genel Başkan’ın seçildiği sayılarla uğraştılar. Sonra partinin aleyhinde onlarca dava açıp, peygamber ve din düşmanı Önder Sav’dan taktik aldılar. Sonra iftar bastırtıp zafer çığlıkları attılar. Sonra İstanbul İl Başkanı’nı linç ettirmeye çalıştılar. Sonra Numan Kurtulmuş’u ve yakın çevresini ölümle tehdit ettiler. Bedelini hayatıyla ödeyecek dediler.
Sonra Numan Kurtulmuş’u dinden çıkmakla itham ettiler. Sonra, sonra, sonra……(o sonraları da vakti zamanı gelince paylaşacağım sizlerle.).
Ve Numan Kurtulmuş bir Cuma günü herkese hakkını helal ederek Saadet Partisi’nden istifa etti.
Ve ardından “giderse gitsin, teşkilatta tabanı yok” diyenlerin aksine Başkanlık Divanı, GİK, İl Başkanları, ilçe başkanları, kadın kolları üyeleri, gençlik kolları üyeleri ve binlerce parti üyesi istifa ettiler ve etmeye devam ediyorlar.
Şimdi duruyorum ve düşünüyorum.
Ve yaşadıklarıma Milli Görüş’ün tufanı demekten kendimi alamıyorum.
İstifa edenler üzülürken, istifa edenlerin arkasından gülenleri hayretle izliyorum.
Çelikleştik, imtihanı kazandık diye zafer çığlıkları atanlara hüzünle bakıyorum.
Dün mümin dediğine bugün Allah hidayet versin diyenlere şaşırıyorum.
Küfre bile göstermediği öfkeyi ve kini kardeşine yönelteni anlayamıyorum.
Ve geride kalanlara da, gelenlere de dua ediyorum.

11.10.2010 / İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder