Cumartesi, Temmuz 30

Kolay olmayacağı belli değil miydi?


Oturduğu yerden doğruldu.
Düşünmeye başladı.
Nehrin öte yanında kalanlarla ilgili hatıraları canlandı zihninde. Sonra üstüste gördüğü rüyaları anımsadı. Güldü kendi kendine. Nehrin öte yanında kargaşa sürüyordu. Şehrin Bilgesi hayata veda ettiğinden beri kavga ediyordu nehrin öte yakası. Bazen gürültü o kadar yükseliyordu ki, kulağına çalınan sözler tıpkı bu yakaya geçmek zorunda kaldıkları günlerde onlara söylenen sözleri hatırlatıyordu. Orada kavga hiç bitmeyecek galiba diye geçirdi içinden. Neyse biz bu yakanın dertlerini çözelim diye söylendi kendi kendine.
Bu yakaya geçerken nehrin üzerindeki tahta köprüyü yıkmıştı karşı yakadakiler sakın bir daha o yakaya geçmesinler diye. Köprüyü yıkan adamlardan birini bir gün nehrin kenarında ailesiyle birlikte gördü. En çok öfkeli olanlardan biriydi o da. En çok bağırıp çağıranlardan. Yüzüne baktı, öfkeli adam onu hatırlamamıştı bile. O görevini yapmıştı o anda sadece, o kadardı onun için.
Nehre baktı sonra, neden hepimiz bu nehrin etrafında kurduk evlerimizi diye düşündü. Nehir yaz-kış demeden akar, coşkun aktığı günler de bazen etrafı yıkardı. Ama yine de o nehirden uzaklaşamadılar her iki yakanın insanları.
Ezan okunuyordu. Bismillah deyip akan sudan abdest aldı. Mescide doğru yürümeye başladı. Mescid bu küçük şehrin tam ortasında yeni yeşeren söğüt ağaçlarının yanıbaşındaydı. Ezanı tekrarlıyordu içinden. Hayya alel Felah, Hayye Alel Felah, La Havle ve la kuvvete İl Billah diye mırıldandı. Mescide yaklaşmıştı iyice.
Herhalde elli, altmış adım filan kalmıştı ki, biri seslendi arkasından; Ahmet, Ahmet!
Döndü ve baktı;
- Oooo, dostum, kardeşim nasılsın?
- Hamdolsun kardeşim sen nasılsın?
- Şükür Mevla’ya, Allah bugünümüzü aratmasın.
- Amin Amin dediler ikisi de.
Sonra sustular ikisi de. Mescide girdiler. Öğle namazlarını eda ettiler. Bu yakanın sakinlerinin çoğu oradaydı. Herkes bilir, tanırdı birbirini zaten. Göz göze gelerek selamlaştılar Mescid’de. Namaz çıkışı herkes mütebessim selamladı birbirini. Ahmet Mescid’e girerken karşılaştıği misafirini de aldı yanına ve birlikte söğüdün gölgesine oturdular.
Mescid’in yanındaki çay ocağını işleten Vasfi Amca’ya seslendi;
- Vasfi Amca çayın tazeyse sana zahmet bize iki çay ikram et.
Vasfi Amca;
-Tamam evladım.
Vasfi Amca yazları Kuran öğrenmek için yanına gelen torununa seslendi;
- Şerif yavrum gel de şu çayları Ahmet Abi’nlere ver hadi.
Şerif
- Tamam Dede geliyorum.
Vasfi Amca görmüş geçirmiş adamdı. Nehrin öte yakasındayken yıllarca Şehrin Bilgesi’ne hizmet etmiş ama onun vefatının ardından o da diğerleri gibi gadre uğramıştı. O da gönül koyup nehrin bu yakasına geçenlere katıldı. Şimdi bu küçük Mescid’in hem temizliğine bakıyor hem de çay ocağını işletiyordu. (İşletiyor dediysek ilgileniyor yani). Bilge Adam’la geçirdiği uzun yıllar çok şey öğretmişti Vasfi Amca’ya. Ama hiç konuşmazdı,anlatmazdı.Onun ölümüyle bildiği herşeyi gömmüştü o da. Hani sır küpü dense yeridir. Şimdi huzurluydu, kavgadan uzak kaldığı için. Bazen o da söğüdün gölgesine oturur, kendi demlediği çayı yudumlar, uzaklara doğru bakardı öylece. Ama hiç konuşmazdı. Soru soran olursa “Boşver evladım herkes işine baksın” der geçerdi.
Ahmet uzun süredir uzak kaldığı dostuyla Vasfi Amca’nın torunu Şerif’in getirdiği çay eşliğinde derin bir sohbete daldı. Eski günleri andılar sık sık. Bereketli zamanları, başakların herkesi doyurduğu günleri yadettiler. Hatasıyla sevabıyla büyük iş çıkarmışız o zamanlar diye düşündüler.
Bu arada Ahmet’in misafirinden bahsetmedik hiç değil mi? Onu da anlatalım. Ahmet’in misafiri, Balıkesirli Feyzullah Efendi’nin torunlarından Ahmet Sabri Yılmaz. Ahmet Sabri de uzun yıllar Şehrin Bilgesi’nin yakın çevresinde olmuş, kimseler yokken Dedesi Feyzullah Efendi’nin de yönlendirmesiyle Şehrin Bilgesi’yle birlikte mücadele etmişti. Dedesi Feyzullah Efendi Nakşibendi idi. O bölge de sadece maneviyat önderi olması bakımından değil, sosyal çevresi oldukça geniş biri olduğu için hem manevi önderdi hem de eşraftandı. Balıkesir’in kalkınmasına ve Kurtuluş Savaşı yıllarında ayakta kalmasına öncülük etmiş herkesin saygıyla ve hürmetle andığı bir isimdi. Ahmet Sabri dedesinin Feyzullah Efendi’nin ismine layık olmak için çok çabaladı. Sağlam bir ticari sicili olsun diye çabaladı durdu. Kul hakkından uzak durdu. Kendi halinde zeytincilik yaptı yıllarca. O da dedesi gibi saygın bir isim oldu hep çevresinde.
Ahmet’in, adaşı Ahmet Sabri ile dostluğu Uludağ Üniveristesi’ndeki öğrencilik yıllarında başlamıştı. Ahmet orta halli bir ailenin oğlu, Ahmet Sabri’nin maddi durumu Ahmet’ten azıcık daha iyiceydi. Ama hep eşit gibi dost oldular. Ahmet Sabri tevazuunu hep korudu. Aynı evde kaldılar yıllarca herşeylerini paylaştılar öğrencililk yıllarında.
Sohbet iyice koyulaştı söğüdün altında. Şerif çayları tazeliyordu sürekli.
Ahmet; Sabri (adaş oldukları için Sabri diye hitap ederdi), nehrin bu yakasını bir türlü toparlayamadık. Eksik birşeyler var hep içimde. Boşluğu doldurulamayan birşey. Oturduk kaç defa konuştuk. Şehrin ileri gelenleri ile konuştuk. Biliyosun ben birinci derecede sorumlu değilim ama dertleniyorum işte. Üstüme vazife değil ama sık sık uğruyorum bizimkilere, konuşuyorum, anlatıyorum ama bir türlü toparlayamadık durumu ne dersin nerede neyi eksik yapıyoruz?
Ahmet Sabri derin bir nefes aldı Ahmet’in gözlerinin içine baktı, gözleri nemlenmişti. Ağlamamak için kendini zor tuttu. Sonra yutkundu ve konuşmaya başladı; Bak Ahmet beni tanırsın, bugüne kadar hiç seni üzmedim ama bu söyleyeceklerim beni üzdüğü kadar seni de üzebilir. Sen diyorsun ki; üstüme vazife değil ama yine de konuşuyorum bizimkilerle. Bu yanlış bir kere. Ne demek üstüme vazife değil. Nehrin bu yakasına birlikte geçmediniz mi? Evet birlikte geçtiniz. Şimdi eksik olduğunu söylüyorsun ama vazife senin değilmiş gibi davranıyorsun. Madem bu şehri birlikte kurmaya başladınız, o halde eksikleri de birlikte tamamlayacaksınız. Sakın yoruldum, usandım deme. Biliyorum sen usanmazsın zaten ama yine de söylüyorum işte. Benim gördüğüm şehri nehre biraz fazla uzak kurmuşsunuz. O nehrin şehre neler kattığını sen de, ben de çok iyi biliyoruz aslında. Şehrin merkezini suya yakın kurmalıydınız. Nehrin karşı yakasındakilerle karşılaşmayalım diye mesafeyi çok uzak tutmuşsunuz. Biliyorsun nehri kutsamamışımdır hiçbir zaman ben ama bu mesafe sizi nehre doğru değil, kıraç topraklara daha fazla yaklaştırmış. Bu kıraç topraklar daha geniş ama verimsiz. Şehre girişimde bir baktım etrafa her yer beton, soğuk bir havası var şehrin. Hani şu Mescid ve siz de olmasanız başkalarının şehrine geldim gibi hissediyordum az daha. Yani içindekiler sizsiniz yani bir anlamda biziz ama nehre uzak ve kıraç.
Anladım dedi Ahmet, anladım. Bunu hiç düşünmemişti. Şehrin kıraç topraklara doğru kaymasında nehirle şehrin arasındaki mesafenin uzaklığını hiç hesaba katmamıştı. Ahmet, Ahmet Sabri’nin söylediklerini düşündü uzun süre. Ahmet Sabri ile söğüdün altındaki çay sohbeti çok şey hatılattı ona. Ahmet Sabri Ahmet’in ısrarına rağmen akşam yatıya kalmadı. Akşam namazını kıldıktan sonra yolcu etti can dostunu. Feyzullah Efendi’yi anma günlerinde buluşmak üzere sözleştiler ayrılırken Ahmet Sabri ile.
Ahmet tekrar sokak aydınlatmalarının sarı ışıklarının aydınlığında yeniden söğüt ağacının altındaki tabureye oturdu yatsı namazını beklemek için. Eve gidesi gelmedi akşam-yatsı arası. Kalktı bir bardak çay aldı kendine. Vasfi Amca’nın torunu bu saatte eve gittiği için çay içmek isteyen kendi gider alırdı Vasfi Amca’dan. Çayını alıp söğüdün altına tekrar ilişti. Gökyüzüne doğru baktı. Sonra Mescid’e doğru döndü. Minaresi hala inşaat halindeydi. Gökyüzünde yıldızlar göz kamaştırıcı bir parlaklıktaydı. Ay Ramazan’ı müjdeliyordu. Çayını bitirip kalktı. Karanlıkta evlerin arasından nehre doğru yürümeye başladı. Nehir bu mevsimde suyu azalsa da nazlı nazlı akıyordu. Yaklaştı ve serin suyundan abdestini tazeledi. Karşı yakadan yine gürültüler geliyordu. Duymazlıktan geldi. Nehrin suyunun üstüne düşen gölgesine baktı. Abdest ruhunu rahatlatmıştı. Abdest sonrası Kevser suresini okudu içinden üç defa. Sonra İnşirah Suresi’ni ekledi ardına. Yatsı ezanı okunmaya başlamıştı. Şehrin köpekleri ulumaya başlamıştı ezanla birlikte. Yarın şehrin ileri gelenlerine gitmeye karar verdi yeniden. Bundan sonra şehri kıraç araziye doğru değil, nehre doğru geliştirmeye karar almalarını isteyecekti. Tamam dedi kendi kendine. Ahmet Sabri haklı, şehrin eksiği, suyun bereketi, duruluğu ve ve sesi.
Ezan bitmek üzereydi. Tam o anda aklına Bosna’daki Mostar Köprüsü geldi. Mostar Köprüsü’nün yıkılışını ağlayarak izlemişti o da Aliya gibi. Aliya’nın bir taş köprünün yıkılışına neden ağladığını yeniden anlamlandırdı. Ahmet Sabri’nin konuşmaya başlamadan önce neden gözlerinin kızardığını ve nemlendiğini ve ağlamamak için kendini zor tuttuğunu da anlamış oldu.
Bilge’nin etrafında hepimiz korunmuşuz meğerse diye düşündü. Şimdi şehrin liderleri Bilge’nin yetiştirdiği adamlardı ama Bilge gibi olamadılar hiçbir zaman. Sonra söylendi kendi kendine; Bilge’nin ardından kolay olmayacağı belli değil miydi?
Mescid’e girdiğinde cemaat ilk sünnetin birinci rekatını bitirmek üzereydiler.
Niyet etti, namaza durdu.
Allahü Ekber.....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder