Cuma, Temmuz 1

Nun vel kalemi ve ma yesturun...

Gönüller var hüzünlendi.

Gönüller var neş’e içinde.

Kiminin neşesi, kimine gam yükü oldu.

Mümin olan gönüllere ne gam ne keder ne de neşe ilaçtır.

Mümin olan gönle mütmain olan ruh neşe verir.

Allah kullarının ruhuna, nurundan üflediğinden yani ilk yaratılıştan beri yalnızca Zatı’nı bildiğinde itminana ereceğini bildirdi.

Şair’in dediği gibi;

Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...

Yalnız seccademin yönünde şefkat...

İnsan eşref-i mahlukattır, insan esfele safilin’dir bazen. Bildiğini bilmez olur, sevdiğini sevmez olur, sözünü unutur olur. Esası sık sık hatırlamakta fayda var.

“İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal”

İnsanın serüveni Adem(AS)’den beri zorlu bir imtihanın tarihçesidir. Her insan kendi tarihini yazar. Tarih kitaplarında yazılı olanlarda bu çetin imtihanın Sünnetullah’ın tecellisi olması bakımından insanlar arasında çekip çevirdiği günlerin kaleme alınışıdır.

Aslolan kulun kendi imtihanını başarabilmesidir.

Hepimiz O’nun kullarıyız. Kulluk kimilerince pek hoş karşılanmayan bir kavramdır. Çünkü özünde karşılıksız ve pazarlıksız bir itaat vardır. Ancak Kulluk’ta sır vardır. O bize kendisine “Kul” olmamızı emrederken bizimle kurduğu yakınlığı da şöyle ilan etmektedir;

“Kullarım, sana beni sorarlarsa bilsinler ki ben, muhakkak onlara pek yakınım”

Yakın değil pek yakın, yani O Allah yakin olandır kullarına.

Şu halde Kul-İnsan olarak Kulluk adına yapılan her iş yakin olana yani Allah’a ulaşır. Yakin olmak kimi mutasavvıflarca bir mertebe olarak tanımlanır. Efendimiz(sav)’in İhsan’ı tarif ettiği buyruğunda olduğu gibi.

Şimdi bu kadar hakikati neden söyledik. Ya da bu hakikatleri hatırlamamızın nedeni nedir? Hangi sözümüzü bu hakikatlere istinad edeceğiz.

Öyle ya, madem insanız, kuluz, müminiz...

Kulluğumuzun gereği yerine getirdiğimiz hayatımızda her ne varsa, bizim murad(istememiz) sonucu Allah’ın Halık esmasının tecellisidir. Yaratan iki yol koymuştur önüne kullarının ve kullarını özgür bırakmıştır isteme konusunda. Kul ister ve O yaratır. İyiyi de, kötüyü de, çirkini de, güzeli de yaratan O’dur.

Şimdi dönüp kendimize bir bakalım; Kul olarak biz ne istedik ve ne istiyoruz? Yani Yaratan’dan bizim için yaratmasını istediğimiz “şey” nedir?

Levh-i mahfuz’da yazılı olanın aksine bir şey istesek gerçekleştirebilir miyiz?

(Yaratan’ın “İLİM” sıfatı kulunun öyle murad edeceğini de bilir elbette.)

Onun için ne istediğimize bir bakalım.

Olana, gerçekleşene kin tutmak ve düşman olmak Kulluk bilinciyle örtüşmez. Sebepler alemindeki rolümüz ve irademiz hangi yönde ise yaratılan O’dur. Ama ben ben/biz böyle murad etmedik diyemezsiniz.

Şu halde mümin insana keder ve gam ancak kendi eksikliği nedeniyle yakışır. Kendi eksikliklerimiz nedeniyle kederlenelim yakin olana “KUL” olacaksak.

Bir mücadele içinde olmakta bizim için bir “Kul” olma halidir. Kazanan ve kaybeden yoktur aslında. Kim bilir, belki de hazır görmemiştir seni Yaratan istediğin, arzu ettiğin şey hususunda.

Belki sen hazırsındır da, yanındakiler hazır değildir o şeye. Sen çok istemiş olursun ama Yaratan senin hayrına başka bir sonucu hayırlı kılmıştır belki de şimdilik.

Onun için olana/gerçekleşene/yaratılmış hale bakıp dövünüp durma!

Neden olmadı diye kendini perişan etme!

Doğrularını ve yanlışlarını gör önce!

Sonra doğrularından yola çıkarak, iyiliği arttır ısrarla ve kararlılıkla.

Çünkü kulun ruhunu itminana erdiren sadece varacağı yer değil, ruhu olduğu sürece yaşadığı imtihan ve mücadeledir aynı zaman da.

Öyleyse mücadeleyi de kutlu bilmek ve esası hatırdan çıkarmamak düşer biz mümin kullara.

“Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun” u düşün mesela...

NOT: Yazdıklarımın hepsi kendi adıma, sözü kendime söyledim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder