Perşembe, Temmuz 5

Nehri kurutmaya gelmişler (Eski bir Hikaye’den devam)


Nasıl da gürül gürül akıyor mübarek. Hamdolsun bu sene havalar güzel geçti. Her yer yemyeşil ve nehrin her iki yakası da elde ettikleri ve edecekleri mahsülden memnun.
Ahmet’in en sevdiği şeydi nehri izlemek.
Şehrin Bilgesi’nin ardından Vasfi Amca’yı ve Sahhaf İbrahim Amca’yı Hakk’a uğurladıklarından beri taburesini alıp sık sık nehrin kenarına okumak için gelir olmuştu Ahmet.
Ahmet Sabri’de uğramıyordu uzun zamandır.
Etrafında hasbihal edecek dostu da azalmıştı epeyce.
Tek tesellisi Sahhaf İbrahim Amca’nın vefat etmeden önce “vefat edersem eski yazma eserleri ve özel kütüphanemi Ahmet’e veriniz” diye vasiyet etmesiydi.
- Ahmet Abi Ahmet Abi
Sesin geldiği tarafa yöneldi;
- Efendim Şerif ( Vasfi Amca’nın torunu Şerif’ti seslenen. Epey büyümüştü maşallah ve ailesi ile bu şehre yerleşmişlerdi Vasfi Amca vefat edince)
- Abi gazeteyi gördün mü?
- Hayır görmedim ne olmuş hayrola!
- Abi bizim nehrin üzerine HES kurcaklarmış.
- Allah Allah nerden çıktı şimdi bu HES işi ya
- Abi valla gazete de öyle yazıyo...
- Dur bakalım, ben merkeze doğru inip soruşturayım. Gazete yanlış yazmıştır belki.
Ahmet eve uğrayıp elindeki kitapları ve taburesini bıraktı önce. Sonra gömleğinin cebine bir kalem iliştirdi ve eline not alabileceği küçük çizgisiz beyaz defterini de alıp, ağır adımlarla merkezdeki parka doğru yürümeye başladı.
Hem ağır adımlarla yürüyor hem de düşünüyordu. Arada bir başını kaldırıp yol üzerinde rastladığı dostlarıyla selamlaşıyordu. Sonra bir ara durdu ve nehrin öte yakasına doğru baktı. Acaba onların haberleri yok muydu bu gazete haberinden diye düşündü. Daha geçen gün nehrin öte yakasından gelen dostlarıyla hasbihal etmişti. Şehrin Bilgesi vefat ettikten sonra geçen zaman zarfında aradaki sert tartışmaları bir kenara bırakıp eski dostluklarını tazeliyorlardı sık sık. Hani derler ya “zaman herşeyin ilacıdır” o anlamda yıllar geçtikçe birbirlerinin kıymetini daha iyi anlamaya başlamışlardı.
Ahmet bu düşünceler içinde merkezdeki parka ulaştı.
Şöyle etrafa bir bakındı kim var kim yok diye.
Kimse görünmüyordu ortalıkta.
Allah Allah nerede bu insanlar diye düşündü.
Sonra saatine baktı.
Güneşin parlaklığından zar zor seçti saatin kaç olduğunu: Saat:11.45’di.
Günlerden Pazartesi’ydi.
Sonra hatırladı. Bugün Şehir Meclisi’nin toplantı günüydü.
Hızlı adımlarla Şehir Meclisi toplantılarının yapıldığı Büyük Kahve’ye doğru yürüdü.
Vardığında herkesi orada buldu.
Meğer herkes Ahmet gibi “ne oluyor” sorusunun cevabını merak edip koşmuştu Şehir Meclisi’ne.
Ara sıra ötüp duran bozuk mikrofon elinde biri konuşuyordu. HES projesinin faydalarını anlatıyordu Şehir ahalisine. Arada bir söylediklerine sabredemeyip bağırıp çağıranların itiraz sesleri yükseliyordu.
Boş bir sandalye bulup oturdu. Sol tarafı boştu, sağında ise şehrin bu tarafına geçerken herşeyini o tarafta bırakıp gelen komşusu Hüseyin Amca vardı.
Hüseyin Amca buğulu gözlerle baktı Ahmet’e “Yine mi herşeyimi kaybedeceğim” der gibiydi gözleri.
Ahmet olani biteni anlamıştı. Meğer Şehrin İleri gelenleri HES’i kuracak uluslararası şirketin temsilcileriyle her konuda anlaşmışlardı. Şimdi hem şirket temsilcileri hem de kendileri şehir ahalisinin karşısına çıkıp süreci anlatıyorlar herkesi ikna etmeye çalışıyorlardı.
Şehrin ileri gelenleri, bizzat kendileri HES projesi sayesinde herşeyin daha güzel olacağına ikna olmuşlar şimdi de şehir ahalisini bunu inandırmaya çalışıyorlardı. Nehrin öte yakasındakileri neredeyse yok saymışlardı zaten. HES’i kuracak olan firma yetkilileri “siz tamam derseniz onlar itiraz etmez” demişlerdi Şehrin ileri gelenlerine.
Henüz anlaşma tam olarak imzalanmamıştı ama süreç hızla ilerliyordu. Tek sorun nehrin bu yakasındakilerin Şehrin ileri gelenlerinin tavsiyesi ile bu işe EVET demeleriydi.
Bu arada HES’i kuracak Şirket temsilcisinin ardından mikrofonu Şehrin ileri gelenlerinden Niyazi Bey aldı. HES’in faydalarından bahsediyordu. Faydalı olacağına inanmasa ve şehrin maslahatı sözkonusu olmasa HES’e evet demeyeceklerini anlattı. Niyazi Bey akıllı adamdı, okumuş, mürekkep yalamış ve nehrin öte yakasından bu tarafa geçerken herkesi korumaya çalışmıştı. Şehir ahalisinin güvenini ve sevgisini kazanmıştı. Şehrin Bilgesi’de onu çok severdi. Babası ile kuvvetli ve manevi bir dostlukları vardı zaten.
Niyazi Bey’i dinledi bir süre Ahmet. Anlattıklarını düşündü. HES’in faydasına inandırmıştı kendini Niyazi Bey. Artık durumun eskisi gibi olmadığını ve şartların değiştiğini, HES projelerinde kullanılan teknolojinin ve en önemlisi de şehrin ihtiyaçlarının karşılanması ve şehir ahalisinin kalkınmasının öneminden bahsetti. Kısacası Niyazi Bey şehir ahalisinden bu projeye EVET demelerini istiyordu.
Niyazi Bey konuşmasını tamamlamadan yerinden kalktı Ahmet.
Öğle ezanı yaklaşmıştı. Merkez Camii’ne doğru yöneldi. Merkezdeki cami yeni yapılmıştı. Şehir de herkesin hürmetle ve minnetle andığı Şehrin Bilgesi’nin yol arkadaşı ve manevi dostu Balıkesirli Feyzullah Efendi’nin yıllarca hizmet verdiği mescidin mimarisine öykünerek inşa edilmişti Merkez Camii.
Merhum Feyzullah Efendi’nin “Mektuplar” hep başucu eseriydi Ahmet’in. Şehirdeki herkesin evinde bulunurdu eser. Cami’nin yanına inşa edilen küçük kütüphaneye de “Şeyh Feyzullah Efendi Kütüphanesi” adı verilmişti.
Ezan yakındı.
Şadırvan’da abdestini tazeleyip camiye girdi Ahmet.
Etrafındakilere dikkat kesilemiyordu.
Sadece düşünüyordu. Zihninde kopan fırtınalar ve canlanan hatıralarla meşguldü.
Ezan okunuyordu. Şehir ahalisi de Şehir Meclisi’nin ardından camiyi doldurmuştu. Kiminin HES projesinden memnun olduğu yüzünden okunuyordu. Kimininde acısı yüzüne yansımıştı.
Namaz kılındı. Tesbihat ve duanın ardından herkes kapıya doğru yöneldi.
Ahmet’in başı öne eğilmişti. Sanki omuzlarında çok ağır bir yük taşıyor gibiydi. Çevresinde kimlerin olduğunu bile farkında değildi.
Cami’den çıkıp hızlı adımlarla eve yöneldi.
HES projesinin gerçekleşeceğinden emindi. Gazetede yayınlanan haberin doğru olduğunu düşündürtmüştü Şehrin ileri gelenlerinin sözleri. Özellikle Niyazi Bey’in konuşmasını biraz hayretle biraz da içi burkularak dinlemişti.
HES’i kuracak şirket yetkilisinin söylediklerini çok fazla önemsememişti ama Niyazi Bey’i dinleyince bu işin gerçekleşeceğini anlamıştı.
Zihnini kemiren sorular vardı.
Nehrin öte yakasından bu tarafa neden geçtiklerini düşündü.
Şehrin Bilgesi ile yaşadıkları ayrılığı.
O’nun vefatı ile yaşadıkları acıyı.
Şeyh Feyzullah Efendi’yi, Sahhaf İbrahim Amca’yı ve Vasfi Amca’yı düşündü sonra.
Bu şehri tırnaklarıyla inşa etmişlerdi ve şimdi şehrin can damarı olan nehir HES projesiyle yok olacaktı. Oysa Şehrin Bilgesi hayatta iken nehrin üzerine o dönemin şartlarında BARAJ yapılmasına bile müsaade etmemişti. Üstelik o zamanlar, o şartlarda kurulacak Baraj, nehri kurutmayacaktı da.
Şehrin Bilgesi hep şöyle derdi; Bu nehir Allah’ın bize bir lütfu ve ikramıdır. Biz şehrimizi bu nehir yanında kurduk. Meyvemiz, sebzemiz, bereketimiz bu nehirdir. Evet bazen suyu azalıyor, sıkıntılı günler yaşıyoruz bazen de büyük bir coşkuyla akarak bize bereket getiriyor. Az ya da çok her daim bu nehir varlığını sürdürmelidir. Sakın nehri kurutacak bir teklife sıcak bakmayın. Onların süslü laflarının ve sunumlarının ardında mutlaka acı bir reçeteleri vardır.
Ahmet’ in bütün bunları konuşacağı, dertleşeceği ve akıl danışacağı kimse kalmamıştı çevresinde.
Onu sadece Ahmet Sabri, kalemi ve çizgisiz beyaz not defteri anlayabilirdi.
Kalemi ve kağıdı küçük çantasına koydu.
Ahmet Sabri’ye mektup yazmaya karar verdi. Olan biteni anlatacak, dertleşecekti.
Tam evden dışarı adımını atmıştı ki bir sesle irkildi;
- Selamün Aleyküm Ahmet.
Başını kaldırdı Ahmet Sabri mütebessim bir yüzle karşısındaydı. Sakalları biraz daha uzamış, saçlarında aklar beyazlar belirmişti.
- Aleyküm Selam diyebildi sadece.
Sarıldılar birbirlerine sıkı sıkıya. Müsafahalaştılar. Bir süre konuşamadılar. Sessizce birbirlerine baktılar öylece. Her ikisininde gözleri nemliydi. Sanki hangisinin ağzından bir kelime çıksa ağlayacaklardı. Yutkundular ikisi de. Gözyaşlarını içlerine akıttılar.
Hani insan ağlamaz ama ağlar gibi konuşur ya. İşte aynen öyle.
Birlikte nehrin kenarına gidip bir söğüdün altına oturdular ve sohbet etmeye başladılar.
Meğer Ahmet Sabri de gazete haberini görmüş ve görür görmezde Ahmet’in yalnız olması sebebiyle bunalacağını ve dosta ihtiyacı olacağını düşünüp hemen yola çıkmış.
Önce her zaman olduğu gibi Şeyh Feyzullah Efendi ve Şehrin Bilgesi’nin ruhu için (Vasfi Amca ve Sahhaf İbrahim Amca’yı da ekleyerek) İhlas ve Fatiha’yı Şerif okuyarak başladılar sohbetlerine.
Hikayeyi yazanın kalemine ise şu satırlar geldi Ahmet ve Ahmet Sabri sohbete başladıklarında;
Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasidir
kin, susturur insanı; adına çıdam denir
susulunca tutulan çetele simsiyahtir
o siyah öcalmakcasina gür ve bereketlidir
İsmet Özel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder