Salı, Şubat 26

Neyi kaybettiğimizi hatırlamak babında...

Eğitim, iş ve geçim meşguliyeti dışında kalan vaktimin büyük kısmını “İslam’ın hakimiyeti için mücadeleye” adayarak geçirmeye gayret eden bir mümin olabilmek gayesiyle yaşadığımız ömrümüzden neredeyse 40 yıl geçti. Geriye dönüp pişmanlık hissettiğim hususlar nedir diye baktığımda, günahlarım ve hatalarım dışında çok fazla bir şey göremiyorum. Doğrusu Kader-i İlahiye’ye olan imanım ve teslimiyetim de bunu gerektiriyor.
Ancak bunca yaşamışlığım üzerine ve acizane tecrübelerim sonucunda elde ettiğim bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmanın faydalı olabileceği kanaatindeyim. Bu tecrübe ve düşünceler sadece benim yaşadıklarım ile sınırlıdır elbette. Bu yolda birlikte yürüdüğümüz birçok dostumuz da kendi yaşadığı tecrübeleri ile bu düşüncelerimize katılabilir veya yanlış diyebilir.
Yaşanmışlıklardan ve gözlemlerimden ulaştığım sonuçları şöylece özetleyebilirim;
1- Türkiyeli Müslümanlar olarak İslami mücadelemizi üzerine bina ettiğimiz merkez başlangıç noktasından epeyce uzaklaşmış durumda. Yani Kuran ve Sünnet’i esas alan ve bütün bu esasların hakimiyeti için yapılan mücadelenin oldukça uzağındayız. Bunun böyle olmasının bir çok sebebi var elbette ama görebildiğim kadarıyla en önemli nedenlerden biri; mücadeleyi yürüten merkezdeki şahısların Kuran ve Sünnet’e olan uzaklaşmışlıkları, vurdumduymaz tavırları ve halleridir.
2- Kuran ve Sünnet’i anlama, yaşama ve ihya etme çabalarımızı salt gösteriş kokan bir “kültürel ritüele” dönüştürme eğilimi gün geçtikçe güçleniyor.
3- Allah Rasülü’nü sadece bir elçi düzeyine indirgeyerek O’na muhabbet duymanın, O’nu sevmenin, O’na itaat etmenin ve O’nun ahlakıyla ahlaklanmanın Kuran’da bizzat Allah’ın bir emri olduğu gerçeğinden uzağız.
4- Dünyalık biriktirme olan ilişkimizi kendimiz/ailemiz/çevremiz/partimiz/cemaatimiz üzerinden “Ahiret” düşüncesinden daha öncelikli bir yaşayış biçimi haline getirmiş durumdayız.
5- Zühd ve Takva elbisesini bir ahlak olmaktan çıkararak belli zamanlarda yaptığımız Salih amellerle yerine getirilmiş bir görev sayma eğilimindeyiz.
6- Kuran okumayı basit bir amel görme eğilimimiz gün geçtikçe kavileşiyor. Kuran’ı anlamak ve yaşamak daha öncelikli meseledir tezinden hareketle geldiğimiz nokta “Kuran okumayı terketmek” gibi bir ahlaka dönüştü neredeyse.
7- Sünnet konusunda yaklaşımımız ise daha çok Siyerci ve Hikayeci bir “Tarihselcilik” tavrına dönüşmüş durumda. Üstelik Sünnet’in “fiili, kavli, takriri ve diğer” tasnifsel ve kategorik bilgisini sadece bir “ilim” olarak bir kenarda tutmayı “İslami tavır” zannetme eğilimindeyiz.
8- Kendi düşünce ve bilgi birikimimizi bir gayeye ve amaca istinad etmek yerine “ben” duygumuzu “kökleştirmek” ve “arttırmak” için kullanılan bir aygıt haline dönüştürmüş durumdayız. Açık ve gizli bir riyakarlık ile karşı karşıyayız.
9- Yaptığımız her işin ve amelin bir karşılığının olduğunu unutmuş gibi bir hayat yaşıyoruz. Ne günahlarımızdan pişmanlık ve ne de birbirimizi hayra davet etme ve teşvik etme noktasında bir gayretimiz maalesef yok denecek kadar az.
10- Bizden öncekilerin yaptıkları ve ortaya koydukları örneklikler üzerine “güzel söz söyleme” yarışı içindeyiz. Hangimiz daha güzel söz ya da tespit yaparsa sanki o “Allah katında en makbul olanımız”mış gibi bir tavır içindeyiz. Oysa aslolan şeyin bizden öncekiler gibi ne kadar yapabildiğimiz meselesi olduğunun farkında değiliz.
11- Kendi siyasal hedeflerimiz ve geleceğe ilişkin planlarımız için “hedefe ulaşmak için her yol mübahtır” batıl düşüncesinden hareketle kardeşlerimizi kullanıp atmak günahını “siyasetin gereği” dir diyerek savuşturuyoruz ve böylece, maalesef, nefsimizi ilahlaştırıyor ve kul hakkından korkmuyoruz.
12- İslam’ı ve Müslümanları kendi siyasi hedeflerimizin birer aracı görmekten çekinmiyoruz.
13- Dünya Müslümanları ile olan ilişkilerimiz samimiyetten ziyade “riyakar bir yardım” seferberliğine dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya.
14- Irk ve milliyetimiz ya da kabilemizin üstünlüğünü İslam’ın izzet ve şerefi ile değil yaratılıştan gelen bir üstünlükmüş zannederek Cahiliyye adetlerinden birini canlı tutuyoruz.
15- Tasavvuf ve Sufi geleneği kuru bir “Mevlana, Sema ve Musiki” törenine indirgeyerek üzerinden yürütülen anlamsız tartışmalara kulak veriyor ve bilgisizce fikir yürütüyoruz.
16- Yeryüzünde asıl mücadele edilmesi gereken şeyin “Kula kulluk, insanın nefsine kul olması ve nefsini ilah edinmesi” temel yaklaşımının genelde sadece bir tarafındayız. Ya tamamen dışa dönüğüz ya tamamen içe. Her ikisinin birlikte yürütülmesi gerektiğini bir türlü kavrayamıyoruz.
17- Hikmet’i ve ilmi aramak ve elde etmek yerine kendimizi hüküm verme makamına koyarak sürekli her konuda ahkam kesiyoruz.
18- Namazı ikame etmiyoruz. Namaz konusundaki tembelliğimiz ve duyarsızlığımızı basit bir hata olarak görme eğilimindeyiz.
19- Salihler ve Sadıklar topluluğu olma çabasında değiliz. Birlikteliklerimizin ve biraraya gelişlerimizin gayesi “hayr üzere yardımlaşmak” tan çok uzakta.
20- İnsanları düşünceleri sebebiyle sürekli kategorik ayrımlara tabi tutuyoruz. Değerlendirme kriterlerimiz Allah ve Rasülü’nün razı olduğu işler bakımından değil “makam, mevki, bilgi, para ve soyluluk” açısından. Bu tam da Cahiliyye Dönemi Mekkeliler’in değer yargılarıydı ve Hz.Rasül buna karşı mücadele etmişti.
21- İnsanların bize hürmet etmesine ve hizmet etmesine kendimizi layık görme eğilimindeyiz. Oysa Hz.Peygamber’in ahlakı bunun tam tersini bize öğütlüyor.
22- Yaratılmış olanla ilişkimiz (eşya, bitki, yeryüzü ve diğerleri) bir emanet ve sahip ilişkisinden ziyade neredeyse “ben yarattım”, “benim”, “ben elde ettim” seviyesinde.
23- Dil belasından ve gıybetten hiç mi hiç sakınmıyoruz.
24- Sabrın sadece “bela” ve “musibet” karşısında takınılacak bir ahlaki tavır olduğunu zannediyoruz.
25- Allah’ı anmayı, zikri ve tefekkürü en basit işlerden sayıyor ve hor görüyoruz.
26- İlim sahiplerine hürmet etmiyoruz.
27- Hilm sahibi değiliz.
28- Allah için birbirimize dua etmiyor, hatalarımıza tövbe etmiyor ve pişmanlık duymuyoruz. Hatalarımızda ısrar etmeyi “tutarlılık” zannediyoruz.
Bütün bunlara belki onlarca madde daha ekleyebiliriz. Ancak bugün geldiğimiz ve hepimizin şikayetçi olduğu problemli düşünme ve yaşama halinin, yukarı da sıralamaya ve hatırlatmaya çalıştığım düşünme ve eyleyişimiz(amelimiz) sebebiyle olduğu kanaatindeyim.

1 yorum:

  1. Hepsini bir solukta okudum...Ama sabır konusunda takıldım açıkçası..zaten bu konuyu bir türlü anlayamıyorum ben.. Neye sabretmek gerekir, ne zaman sabır zulme ortaklık sayılır ? sabırla isyan arasındaki ince çizgiyi belirleyen ne ?
    Bu güzel tesbitler için teşekkürler..

    YanıtlaSil