Perşembe, Şubat 13

Bu da geçecek elbette

Neler yaşadığımızı anlatmaya bile gerek yok artık. Artık her şey apaçık herkesin gözü önünde yaşanıyor. Kayıtlar, baskınlar, görüntüler vs…
Yaşadıklarımızdan nasıl bir ders çıkarmamız gerektiğini anlamaya çalışıyorum.
Neden mi?
2013 yılında Milat Gazetesi’nde ve Gazeteboyut’ta yazdığım yazılara bakıyorum zaman zaman. Geçmişte neler söylemiştim şimdi ise neyi savunuyorum diye. Bir iç muhasebe defteri tutuyorum kendi kendime. Şartlar değiştikçe nereden nereye gelmişim diye. Tutarlı mıyım, büyük bir savrulma mı yaşıyorum yoksa fikren kemale doğru mu ilerliyorum diye. Benzer süreçleri benim akranım olan ve birlikte yürüdüğümüz siyasi çizgiden gelen dostlarımızın birçoğu da yaşıyordur herhalde.
Geçmişe doğru baktığımda nereden nereye geldiğimi (zi) şöyle özetleyebilirim;
- Gelenekçi-Yenilikçi tartışmasında Gelenekçiler’den yana tavır koyarak R. Tayyip Erdoğan’ı suçlamıştım ve Milli Görüş Lideri Erbakan’dan yana tavır almıştım.
- Saadet ve AK Parti ayrımında Saadet Partisi’nde kalarak yola devam etmiştim. Milli Görüş’e ve merhum Erbakan Hoca’ya daha sıkı bir bağlılık hissetmiştim. Zaten Erdoğan’la duygusal bir bağ kuramamıştım, sevgim ve saygım vardı ama Erbakan liderdi sonuçta.
- Uzun yıllar arkadaşlarımızla Saadet Partisi’nde devam ettik hep beraber. Ta ki, Numan Kurtulmuş’la birlikte istifa edene kadar. Detaylarına girmeye bile gerek görmüyorum çünkü o süreçleri biraz daha demlendikten sonra yazacağım kendi görebildiğim kadarıyla.
- İstifamızın ardından HAS Parti’yi kurduk hep birlikte. Zor bir seçim yaşadık ve fikren doğru olduğuna inandığımız şeyleri savunduk ama millette karşılık bulmadı ya da doğru şekilde anlatamadık. Belki de millet doğru olduğunu düşündü ise de oy vermedi bekle dedi şimdi vakti değil. Henüz Türkiye bu fikirleri hayata geçirecek bir nokta da değil mesajı da vermiş olabilir diye yorumladık iyi niyetle. Çünkü millete bühtan edemezdik. (Her ne kadar seçim sonrasında benim içinde bulunduğum yayınlanmasına itiraz ettiğimiz, İhsan Eliaçık’ın “Kervana son saldırı” başlıklı yazıyı HAS Parti sitesinde yayınlanmış olsa da millete bühtan edemezdik)
- Ve HAS Parti’yi Kurucular Kurulu kararıyla (karşı çıkanların şerhlerine rağmen) kapattık ve AK Parti’ye katıldık. Yani AK Parti kurulduktan neredeyse 11 sene sonra AK Partili olduk.
Bütün bu yaşadıklarıma bakınca siyasi açıdan bir savrulma yaşadığım hissine kapılmıyor değilim. Fakat fikir ve duygu dünyamda durum tam olarak öyle değil.
Geçmişte yaşadıklarımla bugün geldiğim noktayı kıyasladığımda nelerden vazgeçtiğime bakıyorum, çevremdeki dostlarımla ilişkilerime, insanla, eşyayla ilişkilerime ve Rabbime olan kulluğuma. Bu saydıklarımın hepsi beni ben yapan şeylerin toplamı çünkü. İyiye doğru mu, kötüye doğru mu adım atıyorum diye bakıyorum?
Belki de siyaseten dengeli/tutarlı bir fotoğraf vermemiş olsam da iç dünyamda, fikren yaşadıklarımda bir olgunlaşma sürecinde olduğumu görüyorum.
Gençlik yıllarımızda devlet, parti, siyaset, ahlak, ibadet, bilgi ve İslami hareket gibi kavramlara yüklediğim anlam ile şimdi yüklediğim anlamlar arasında çok büyük farklılıklar var. Belki ilerleyen yaşlarımızda bu anlam dünyası daha da farklılaşacak. Artık siyaset hayatımda çok az yer işgal ediyor. Doğrusu bundan çok memnunum. Fiili siyaset yapılan ortamlar bana göre değil. Apolitik değilim elbette ama siyasetle olan organik bağımın en aza inmesi hayatımı daha değerli hale getirdi. Mesela siyasi sebeplerle dostlarımı kaybetmek artık bana göre değil. En muarız düşünceye bile tahammül edebiliyorum dostlarımdan gelen. Eskiden olsa bir daha yüzüne bakmazdım siyasetime laf edenin. Fakat yaşadıklarımız gösterdi ki; birbirilerini çok ağır şekilde itham edenler bile aslında dostluklarını devam ettirebiliyorlar. Bunu ne zaman anladın diye sorarsanız cevabım şu olur; Merhum Erbakan Hoca’nın, Başbakan Erdoğan ve Abdullah Gül ile ilgili değerlendirmelerini okuduğumda anladım bunu. Erbakan Hoca; biz uyarı vazifemizi yapıyoruz, onlar bizim evlatlarımızdır demişti o açıklamasında. Mutlaka kırgınlıklar yaşanmıştır ama insani ve İslami ilişkileri hep güçlü kalmış ama biz fark edememiştik.
Demem şu ki; bugün yaşadıklarımız nedeniyle ortaya çıkan adına kavga, savaş, fitne her ne dersek diyelim, bir gün son bulacak diye düşünüyorum. Arada büyük bir ihtilaf olduğu kesin ama taraflar bir süre sonra durup düşünmek zorunda kalacaklar. Çünkü insaf bunu gerektirir.
Bu kavga her iki tarafın birbirini son ferdine kadar kırıp dökünceye kadar sürmeyecek elbette. Gayrı insani, gayri İslami ve gayri ahlaki olduğuna inanılan unsurlar olabildiğince temizlenecektir her iki taraf açısından da.
Geriye iki taraf içinde tedavisi, onarımı yıllar sürecek bir enkaz kalacak belki de.
Devlet her iki tarafında kazananları ile birlikte olacak yine. O isimler kim olur bilemem ama 1000 yıllık devlet bunu hep başarmıştır. Osmanlı İmparatorluğu bakiyesine devralırken de bunu başarmıştı şimdi de başaracaktır. Bu tezi fazlaca “devleti kutsamak ve olduğundan fazla abartmak” gibi görenler elbette var biliyorum. Fakat gördüğüm ve konuşulanlardan/yazılanlardan anladığım bir şey var o da; devlet dediğimiz şey hiçte öyle AK Parti’ye ya da Cemaat/Fırka/Hareket gibi unsurlara teslim olacak kadar basit bir yapı değil. Kendi devamından yana hangi iradeyi doğru buluyorsa ona doğru gücünü kullandırıyor, alan açıyor. Bu alanı Ecevit’e, Türkeş’e ve Erbakan Hoca’ya da açmıştı. Sınırları zorladığını düşündüğünde ise senaryolarda değişiklikler yaparak yüzde yüz olmasa da şartları değiştirecek müdahaleler yaptı.
Şimdi devlet şöyledir mesela; Gerekirse Gül’ü, Erdoğan’ı, Genelkurmay’ı, Bahçeli’yi, Baykal’ı, bazı tarikat ve cemaat gruplarını, hatta el altından bütün bunlara karşı olduğunu varsaydığımız bazı SOL grupları, CHP içindeki Şükrü Elekdağ gibi adamları bir masa etrafında toplayabilir. Bu kabiliyete sahip bir devletten bahsediyoruz. Hatta siz buna APO’yu ve büyük taraftar gruplarına sahip kulüplerdeki özel bazı isimleri de ekleyebilirsiniz.
Fazla komplocu bir düşünce değil mi?
Bence de öyle.
Gençken bunlara ben de inanmazdım ve fakat yaşadığım siyasi süreçler ve tecrübeler bize bunların olabileceğini ve mümkün olduğunu öğretti.
Tecrübeli devlet adamları, gazeteciler ve fikir adamları, tarih ve hatırat (otobiyografi) kitapları okurlar genelde.
Peki neden öyle yaparlar?
Sebebi üzerinde düşünmeye değer bence!
Bütün bunlar sebepler dünyasında olan bitenlerdir.
Mümin bir kul olarak nihayetinde şöyle düşünüyorum;
“KÜN FE YEKÜN”

Cuma, Şubat 7

Bu yaşa erdirdin beni / 40

"Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar" şiirine şöyle başlar İsmet Özel; “Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında”
Münacaat isimli şiirine ise “Bu yaşa erdirdin beni,gençtim.. almadın canımı ölmedim genç olarak” diye başlangıç yapar Şair İsmet Özel.
Elbette İsmet Özel yalnızca Şair değildir ama biz O’nun şiirini de, şairliğini de ayrıca severiz.
Evet ben şair değilim, bugüne değin yazdıklarıma da şiir denmez. Belki sadece birkaç aforizma ya da sayıklama.
Ama 40 yaşındayım.
Çok gördüm ve çok şey yaşadım. Buna Kader diyorum elbette. Beni bu yaşa erdirenin benim için çizdiği yolun 40 yaşıma kadar olan kısmı böyle gerçekleşti.
Şimdi 40 yaşındayım.
Beni tanıyanlar, bu yaşıma kadar çok kalp kırdığımı ve çevremdeki dostlarıma istemeden de olsa kimi zararlar verdiğimi bilir.
Beni bu yaşa erdirmeyi murad eden Allah’a hamd ederim ki; kırkıma doğru daha sabırlı bir insan/mümin olabilmem için bana mühlet verdi. Sabrın ne büyük bir nimet olduğunu ben sonradan bildim yani kırkıma yaklaştığımda anladım.
Neden kendimden bahsediyorum diye düşünüyorsunuz değil mi?
Oysa tevazu satan bir adamın kendinden bahsetmesi abesle iştigal bir iştir. Haklısınız.
Anlayın işte o kadar olabilmişim.
İnsanın kemal bulması zor bir süreç.
Hz.Peygamber (AS)’in yakın çevresinde bulunan arkadaşları uzun ve zor imtihanlardan geçmişler. Gökteki yıldızlar gibi olmaları da bu imtihanların hakkını vererek olmuş. Hayatımda hiç onların yaşadığı gibi bir zorlukla imtihan olmadım.
Elbette bazı zorluklar yaşadım ama onların yaşadıklarına bakınca benim yaşadıklarımın esamisi okunmaz.
Bu dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir bazıları için.
Bazen bu dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu unutuyor ve gafletle sürüyoruz hayatımızı. Ama farkına varınca tevbeye sığınıyoruz şükürler olsun ki. O kapıyı hiç kapatmıyor Rabbimiz.
Şimdiler de 40 yaşındayım.
Bundan sonra daha kaç yıl yaşayacağım ya da kaç gün bilmiyorum.
Sadece ve sadece hatalarım için O’ndan af diliyorum.
Ve varsa eğer üzerimde hakkı olan, onlardan da helallik dilerim.
Çünkü artık 40 yaşındayım, belki de yolun sonundayım…
Vesselam.