Çarşamba, Mart 15

Tarih nereye doğru akıyor? (2) Karl Marx yoksa haklı mıydı?

Tabii bu ne biçim bir başlık dediğinizi duyar gibiyim. Bence de haklısınız ama şu yaşadığımız olaylara bakınca neredeyse adamı haklı çıkaracak işler yapıyoruz Müslümanlar olarak.
Son 5 yıldır hatta son çeyrek asırdır islam dünyasının ve coğrafyasının yaşadığı felaketlerin sebebi, genelde “dini düşünce/akım/mezhep” kaynaklı çatışmalar olarak görünmektedir. Görünmektedir diyorum çünkü hepimiz biliyoruz ki, bu çatışmaların ana kaynağı bizatihi din düşüncesinin yani islamın kendisi değil elbette. Ancak öyle sapmalar ve yozlaşmalar sözkonusu oldu ki neredeyse dinin sanki kendisi bu problemi üretiyor düşüncesi dünya kamuoyunda hakim hale geldi.
1980’li yıllarda Afganistan’ın işgali ve İran devrim süreci sonrasında İslam dünyasında çok farklı düşünce ve mezhebi akımlar kendini göstermeye başladı.
Terör devleti İsrail’in Filistin’i işgalinin ardından sertleşen islami düşünce zemini bu iki büyük olay sonrası daha da sert bir süreç yaşamaya başladı.
Birçoğumuzun içinden geçtiği bu süreçler, dünyada şu sıralarda islam adına bambaşka bir algının oluşmasına zemin hazırladı.
11 Eylül sonrasında tüm dünyada esen El Kaide rüzgarı yerini IŞİD denilen yeni bir örgüte bıraktı. Radikal şiddet hareketleri ya da bazı coğrafyalardaki bağımsızlıkçı selefi hareketler IŞİD’ı bir umut olarak görmeye başladı. Afrika’da, Uzak Asya’da ve Ortadoğu’daki bazı selefi hareketler, IŞİD’e bağlılıklarını ilan ettiler. Avrupa ülkelerinde ve Batı’da yaşayan bazı selefilerde bu harekete katıldılar ve örgütlendiler.
Geleneksel dindarlığı teslimiyetçi bulan ve sömürü karşısında pasiflikle suçlayan islami örgütlerin bir kısmı da IŞİD’a katılmasalar da ister istemez bu süreçten etkilendiler.
Suriye’de yaşanan ve milyonlarca Müslümanın mülteci olmasına ve binlercesinin hayatını kaybetmesine sebep olan savaş ve Irak’taki istikrarsızlık tam da IŞİD’in istediği zeminin oluşmasına katkı sağladı.
Ortadoğu coğrafyasında yaşanan bu acı süreç, kendisini Türkiye başta olmak üzere Batı’da terör saldırılarıyla daha da görünür hale geldi.
Yaşanan bu süreç BATI için yeni bir islamafobianın üremesine sağlam bir zemin oluşturmuş, yabancı düşmanlığıyla birlikte aşırı sağcı siyasi akımların AVRUPA ülkelerinde yeşermesine ve yeni bir FAŞİZM FIRTINASINA neden olmuş durumdadır.
BATI’nın zaten kodlarında varolan bu zihinsel altyapı tüm batı uluslarını derinden etkilemeye devam edecek gibi görünüyor. Yabancı düşmanlığı, mültecileri ülkelerinde istememe, göç hareketlerine karşı kendilerince ulusal direniş çağrısı yapan aşırı sağ siyasi hareketler Fransa, Almanya, Hollanda ve Avusturya’daki iktidarları da siyasi anlamda derinden sarsmaya devam ediyor.
Tablonun tümüne baktığımızda DOĞU ile BATI arasındaki küresel ve global barış havası neredeyse tümüyle ortadan kalkacak gibi. Tabii bu arada iktisadi çekişmeler perde arkasında ciddi anlamda varlığını sürdürüyor. İktisatçılar, esas meselenin iktisadi rekabet olduğunu ve özellikle islam coğrafyalarındaki varolan doğal zenginliğin paylaşımı konusunda ABD, RUSYA, İNGİLTERE ve ÇİN arasında kavganın sonuçlarını yaşadığımızı düşünüyorlar.
Olan bitenin genelde takip ettiğimiz varsayımından hareketle, bizim olaylara değil daha çok sebep ve sonuçlara odaklanmamızın hepimiz için daha önemli olduğu kanaatindeyiz.
Sebepler ve sonuçlar bakımından kendimizi de ciddi bir özeleştiri sürecine tabi tutmamızın gerekliliği ortadadır.
FETÖ olayları sonrası Türkiye’de kamuoyunun cemaatler/tarikatlar/islami fikri akımlara karşı daha mesafeli ve güvensiz olduğu gerçeğinin üzerinde çok ciddi düşünmemiz gerekmektedir. IŞİD’in küresel çapta yaşattığı kaos ile Türkiye’nin FETÖ sebebiyle yaşadığı zorlukların benzerliği dini düşünce ve hareketlerde ciddi yapısal sorunların olduğunu göstermektedir şüphesiz.
Din/İnanç duygusu Doğu toplumlarında bireyi/aileyi/toplumu şekillendiren en önemli aktördür.
Peki 1 milyar 700 milyon Müslümanın varolduğu dünyada neden Müslüman coğrafyalar sürekli çatışma alanı ve neden “islami terör” diye bir kavram tartışılır hale geldi.
Bu sadece BATI’nın kullandığı maşa örgütlerin kabahati mi?
Mesele sadece BATI’nın İSLAM’la olan kavgası mı acaba?
Doğrusunu söylemek gerekirse Müslüman ahalinin bu anlamda ciddi kabahatleri olduğu açık ve nettir. İslam dünyasını derinden etkileyen islami hareketlerden Müslüman Kardeşler ve Cemaati İslami ile birlikte Geleneksel İslami tarikat ve cemiyetlerin modernleşme karşısında verdikleri imtihan kazanımlar yanında ciddi anlamda kayıplara da sebep olmuştur.
Mısır, Pakistan, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Filistin ve Türkiyeli Müslümanların aralarındaki ihtilaflar öylesine zirveye çıkmıştır ki, neredeyse birbirleriyle savaşmanın eşiğine gelmişlerdir. Oysa Fransa ve Almanya ya da İngiltere ile ABD arasında bu türden bir ihtilafı bırakın görmeyi tam tersine DOĞU’ya karşı derin bir işbirliği sözkonusudur. Oluşturdukları G-8 ve G-20 zirvelerinde Rusya, Çin ve Japonya’ya rağmen nasıl bir güç birliği içinde hareket ettiklerini ve gerektiğinde iktisadi, siyasi ve askeri birlikteliklerini tereddütsüz yürüttüklerini çok açık biçimde görüyoruz.
İslam dünyasının siyasi birlikleri darmadağın haldedir. Aslında bu siyasi kaosun esas sebebi islam dünyasının dini yorumlarının ve iktisadi geri kalmışlığının bir sonucudur. Maziyle övünerek varacağımız pek büyük bir hedef yoktur. BATI önce sömürerek sonra da üreterek güç toplamıştır. Hala aynı düzeni sürdürmektedir.
Dindarlık ile kalkınmışlık/üretim eş zamanlı bir grafik göstermiyor maalesef. Çok geliştik diyen islam dünyasının bazı ülkelerindeki durumun aslında BATI’nın ürettiklerini sadece kullanma düzeyiyle yani satın almak suretiyle refahı sağladıkları da göreceli bir kalkınmışlık gösterisidir.
O halde DİN afyon olmadığına ve Allah ve Rasulü (AS) bize geri kalmayı öğütlemediğine göre, sorunun kaynağının Müslümanların kendi geri kalmışlığı olduğunu görmeli ve anlamalıyız. Savaş bölgelerinin islam dünyasının kalbi sayılan coğrafyalar olduğunu ve terör merkezli hareket eden sözde “islami” grupların varolduğu gerçeğini inkar edemeyeceğimize göre o halde BATI’nın islam/yabancı/mülteci düşmanlığını da bilerek daha fazla üretmek ve çalışmak zorunda olduğumuzu artık anlamamız gerekir. Siyasi birliği tesis etmenin yolunun Müslümanların daha fazla üretmesinden ve dayanışma içinde olmasından geçtiğini artık görmek zorundayız.
Geleneksel islami akımların kendilerine çekidüzen vermelerinin zamanı çoktan geldi ve hatta neredeyse geçmektedir. Zalimlerin hiç mi suçu yok deme kolaycılığına düşmeden çok daha ciddi düşünmek ve her anlamda toparlanmak zorundayız.
Bu toparlanmanın öncülüğünü yapma potansiyeline sahip ülkelerin başında şüphesiz Türkiye gelmektedir ama Türkiye’nin zorluklarını hepimiz çok iyi biliyoruz.
Siyasi, iktisadi ve askeri anlamda Türkiye kendi kozasını örmüş ancak bir türlü uçma aşamasına geçememiş bir kelebek gibidir. İnşallah Türkiye bu kozadan çıkarak uçmayı da başaracak bir kelebek olma başarısını gösterme iradesini gösterebilir.
Türkiyeli Müslümanlar FETÖ ve IŞİD tecrübesini de iyi gözlemleyerek duru, temiz, pak, doğru, dayanışmacı, islami ve insani bir islami düşünce ve hareket sistemini inşa edecek siyasi ve iktisadi güce, imkanları bakımından en uygun zamanları yaşamaktadırlar.

2 yorum:

  1. B...
    Selam ve duamız ile.
    yazdığınızın paylaşım yeri facebook'ta red edeceğimiz onaylamadığımız bölümler var.
    Selefi gruplar derken,vehhabizm akımı ile neden bağdaştırmadınız.asıl sorun,bilimin karşısında duran vehhabizm selefiliği değil mi?
    Yoksa Erzurumlu İbrahim Hakkı marifetnamesini bir kenara mı atalım.asıl sorun vehhabizm.
    Tasavvuf ve mezheb hangi bilimsel öğelerde karşı çıkmış ki.bir tane delil gösterin.
    Vehhabizm ile başlayan ve tarikat içine girmiş masonizm istidraclarının ,KÜL yönünden bakılırsa ne alakası var.
    cüze bakarak mı olayları çözümleyebiliriz?
    doğru tesbitleriniz,eksik.
    Kusur ettik ise af ola.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bismi hu..
      Kastettiğimiz çağdaş selefilik Vehhabiliktir ama Vehhabilikten ibaret değildir.

      Sil