tag:blogger.com,1999:blog-20695830973588421662024-03-14T18:26:44.128+03:00 Seyyahın Günlüğü En iyi seyyah nereye gidecegini bilmeyendir, mükemmel seyyah nereden geldigini bilmeyendirali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.comBlogger114125tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-48201732371717272702022-06-09T15:39:00.003+03:002022-06-09T15:44:11.800+03:00Güle güle "Hazret"<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEOd_PRXISZbGK4MWv-VnpCZXOJl1sXWLmoU_Bwn3KkZIzwWzQ8E3WPsTKVu0qgo7zsAX2gMWy7N0BGhthcAkRoSTLtEan0-L-zTLaBbFak2DWB035AUjh8TNaWNE4rrzTu6GhfOGXXO9eVh--r1gWZl9iLU9EcMgLrxnZSWsf_L7lxRTrNVnXwOqj/s1200/DYQMD_iWAAAT3U_.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" width="320" data-original-height="955" data-original-width="1200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEOd_PRXISZbGK4MWv-VnpCZXOJl1sXWLmoU_Bwn3KkZIzwWzQ8E3WPsTKVu0qgo7zsAX2gMWy7N0BGhthcAkRoSTLtEan0-L-zTLaBbFak2DWB035AUjh8TNaWNE4rrzTu6GhfOGXXO9eVh--r1gWZl9iLU9EcMgLrxnZSWsf_L7lxRTrNVnXwOqj/s320/DYQMD_iWAAAT3U_.jpg"/></a></div>
“Gamdan beni azad et …..”
Merhum Sefer Muhibbi El Cerrahi Hazretleri’nin sesinden bu ilahiyi hiç dinlediniz mi bilmiyorum ama dinlemediyseniz dinlemenizi tavsiye ederim.
8 Haziran (9 Ziikade 1443) Çarşamba günü yani dün Eyüp Sultan Hazretleri’nin huzurunda, merhum Mevlana İdris Zengin Ağabeyi uğurladık ve “sırladık”.
Mevlana İdris Zengin Abinin hususi hallerini elbette onun daha yakın dostları ve ailesi yazacak ve anlatacaktır ki bu elbette onların en doğal hakkıdır ve yakışanıdır.
Bendeniz benim gönlümdeki dost, ağabey, şair, nezaket timsali, beyefendi Mevlana Abiden bahsedeceğim.
Çok uzun uzadıya sohbetimiz olmadı Mevlana Abiyle ama gönül yakınlığımız vardı. Bir hadise olunca mesajlaşır, kısa ama çok kısa kanaatlerimizi paylaşırdık. Ya ben sorardım ya da O bana mesaj atardı. 2013’te başlamışız Mevlana Abiyle mesajaşmaya ve hiç silmemişim, hepsi birer inci tanesi gibi duruyor.
Mevlana Abinin kardeşi dostum Salih Zengin’le daha fazla teşriki mesaimiz olmuştur. Hem Mustafa Kutlu bağlamında hem de ortak dostluklar vesilesiyle.
Mevlana İdris deyince akla çok şey gelir ama en fazla “Çocuklar” gelir şüphesiz. Çocuk Edebiyatı bakımından Mevlana İdris Türkiye’de Mustafa Ruhi Şirin ile birlikte sayılabilecek isimlerin başında gelir. Çocuk Vakfı çalışmaları ve Çocuk Edebiyatı alanında eserleriyle ödül almış bir Şairdir Mevlana İdris Ağabey.
Öyküler, hikayeler, şiirler kısacık ömre sığdırılan onlarca konferans, konuşma ve yayın. Daha ne yapabilirdi ki Mevlana İdris Zengin bizim için. Arkasında sadaka-i cariye sayılacak onlarca eser ve yayın bıraktı. Kıymeti bilinir, bilinsin inşallah.
O’nu uğurlamaya gelen dostları, sevenleri ve belki de eserlerini okuyarak büyümüş genç kuşaklar vardı tabutunun başında.
Dillerde dua terennümleri, yüzlerde gam, gönüllerde keder vardı. Öylesine samimiydi uğurlamak için gelenleri de.
Ailenin direği kardeşi, dostum Salih Zengin’le yoğun bakım sürecinde sürekli iletişimde kalmaya gayret ettim. Salih Zengin telefonda “Abicim dua, dua, dua vakti” sözleri sabaha kadar bin kere beynimde dolandı durdu. Tanıdık herkesten dua istedik. Ama “vakt erişti” tamam oldu ve emaneti teslim ettiği haberi geldi Salı sabahı 8’de.
Mevlana İdris Zengin 56 yaşında, Cahit Zarifoğlu ile aynı güne tevafuk eden tarihte, dünya çilesini tamamlayıp Rabbine kavuştu.
Mevlana Abi uzun bir aradan sonra çıkardığı Çeto dergisiyle uğraşıyordu. İstanbul’da fazla durmuyordu, genelde seyahat ve hareket halindeydi. Son karşılaşmamız Horhor yokuşunda oldu. Pandemi günlerinin ardından bir tabure üstünde oturup çay içip sohbet ettik. Her zamanki gibi biz gevezelik yaptık o da vakur haliyle, sukünetle dinledi. Az ama öz konuşur ve yorum yapardı zaten. Bir cümle eder ve durumu özetlerdi.
Bendeniz Mevlana Abiyi gönülden sevdim hep. Yaşı bizden büyüktü, akran değildik ama “gönülden gönüle akan bir nehir” vardı sanki aramızda. Sık sık twitterda Mevlana Abi bir şey yazmış mı diye bakardım kaçırmamak için. Bazen onlarca mesajını geriye dönerek okurdum. İnsanı dünyanın süfli havasından koparıp hakikati hatırlatan kısa mesajları ile silkeleyip kendine getirirdi.
O bakımdan beslendiği hakikat pınarı sağlam ve tefekkürü derin ve çok güçlüydü. Kimileri böyledir işte. Bizim gibi kelime israfı yapmaz. Bir cümle eder ve anlatır bütün hakikati çepeçevre insana.
İşte öyle hakikatli bir insanı dün Eyüp Sultan’da Rabbimizin huzuruna uğurladık.
Kendi ifadesiyle “binler rahmet olsun sana Hazret”.
Mekanın cennet olsun, yoldaşın ve refikin Gül Çocuklar olsun.
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-34347388532051341002019-12-23T12:54:00.001+03:002019-12-23T12:54:11.780+03:00Bir Yakınlık (Kurban) DenemesiZilhicce ayının 10. günü bizim için Kurban bayramının 1.günüdür.<br />
Kurban hakkındaki Hz.İbrahim (AS) ve Hz.İsmail’in (AS) kıssası bizim için sağlam bir tutamaktır. Bu kıssaya Allah’ın bize emri olan Kurban (yakınlaşmak) kesme ibadeti bakımından kesin bir nas gibi inanıyoruz. Cami kürsülerinde bir bayram sabahı ve bir Cuma namazında Kurban kıssası ve Kevser Suresi’nin tefsiri veya mealinin anlatımıyla bir Müslüman olarak muhatap olmuşsunuzdur.<br />
Kurban’ın islami dayanak ve uygulamalarına fazla derinlemesine dalmak istemiyorum. Esas anlatmak istediğim şey, Kurban vesilesiyle bu yıl yola düştüğümüz Kurban’ın (Yakınlık, Yakınlaşma) hikayesi.<br />
Geçen yıl Bulgaristan için yola düşmüştük, bu yıl Üsküp için yola düştük. <br />
Üsküp ne kadar yakın geliyor değil mi bize, Üsküdar der gibiyiz neredeyse. Üsküp bize yakın evet. Mesafe olarak da uzak değil aslında. Uçakla 1 saatten biraz fazla, karayolu üzerinden bir binek araçla 800 küsur km yani ortalama 10 saat. <br />
Üsküp Müslüman bir şehir. <br />
Şehir Müslüman olur mu demeyin, elbette olur. <br />
Ezanların okunduğu şehirler tıpkı insan gibi şehadet getirerek Müslüman olan şehirlerdir. O şehirler bize sıcak gelir her zaman. Viyana, Budapeşte, Paris veya Prag ne kadar estetik, egzotik, modern veya otantik olursa olsun hep bir şeyler eksik kalır.<br />
İşte Müslüman şehir Üsküp’e İstanbul’dan 10 saatlik bir yolculuktan sonra vardık. Yolda olmanın verdiği coşku elbette ayrıca mühim. Yolda üzerinden geçtiğimiz coğrafya da şüphesiz anlatılmaya değer yerler ama onu bir başka vesileyle sizlerle paylaşırız inşallah. <br />
Gece saat aşağı yukarı 00.30 da vardığımız Üsküp’e yine Türk gibi girdik <br />
Türk Çarşısı’na komşu olan konaklayacağımız otelin girişini bulamayışımız sebebiyle tarihi çarşıya araçla girdik ve tabii Üsküp Polisi koşarak geldi yanımıza. Neyse ki otel görevlisi arkadaşların izahı sonunda yaptığımız yanlışı kasıtla yapmadığımızı anlattık ve aracımızı doğru yere park ederek mütevazı otelimize yerleştik. <br />
Bayramın 1. gününü yolda tamamlamış olduk. Oldukça sıcak Üsküp gecesinde çarşıyı ve çarşı içindeki Murat Paşa Camiini biraz seyredip istirahata çekildik. <br />
2.Gün Üsküp’ten Prizren’e<br />
Sabah erken heyecanla uyanır insan yeni yerler görmek duygusuyla. <br />
Gece 03.00 te dinlenmeye geçen beden yine de uyanır erken vakitlerde evden uzakta olduğunuzda. Sadakataşı Derneği ve Üsküp Ensar Derneği işbirliğiyle keseceğimiz Kurbanları 3. gün icra edeceğimiz için 2. gün biraz şehir ve çevre şehirlere gitmek üzere sabah erkenden kahvaltımızı yaptık.<br />
Ensar Derneği’nden Muaz Bey kardeşimiz sakin ve mütebessim yüzüyle karşıladı bizi kahvaltı sonrası. Bir miktar çay kahve eşliğinde planladık günü. <br />
Önce Ensar Derneği’ni ziyaret ardından şehrin tarihi bazı mekanlarını gezmek sonrasında da yol arkadaşlarımız Bayram Ali ve Erol Hoca’nın görmek istediği Prizren’e gitmek üzere 2.gün planımızı yaptık. <br />
Üsküp Camileri, Çarşıları, Kalesi, yeni Üsküp şehri ve doğası ile görülmeye değer bir şehir. <br />
Üsküp’teki şehir turunun ardından Prizren’e gitmek üzere yola revan olduk. <br />
Prizren Kosova’nın Arnavutluk’a yakın Müslüman şehirlerinden bir tanesi. Şehrin tarihi köprüsü, Şeyh Osman Baba Halveti Ramazani Tekkesi, Sinan Paşa Camii ve Mehmet Paşa Hamamı merkezde yürüme mesafesindeki içiçe İslam eserleri. Şehrin tepelerinde Hristiyan kültürüne ait tarihi eserlerde mevcut, görmek isteyenler için. <br />
Şehrin merkezindeki meydanda yemek ve çay kahve içmek için epeyce alternatif mekan mevcut. <br />
Halveti Tekkesinin bahçesindeki akan suyun başında serinliği, sessizliği ve maneviyatı yaşamak doyumsuz ruhaniyet. Sinan Paşa Camiinde ikindi namazı kılmak, şehrin meydanında bir şeyler atıştırmak, belki ara sokaklardan birinde bir kahve içmek sizlere de iyi gelecektir. Türkiye Prizren’e verdiği önemi göstermek üzere şehrin merkezinde güzel bir konsolosluk binasını da açtı. Konsolosluk binasının açılışında bulunmak bizlere de kısmet olmuştu geçtiğimiz yıllarda. TİKA’nın yaptığı restorasyonlarda şehirdeki eserlerimize Türkiye damgasını vurmuş. İslam eserlerini korumak orada başlı başına maliyetli ve küçümsenmemesi gereken bir iş.<br />
Üsküp ve Prizren’de tıpkı Saraybosna ve Priştina’da olduğu gibi çok sayıda eser TİKA, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakfı üzerinden restore edilerek açılmış veya restorasyon projeleri devam ediyor. <br />
TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Balkan coğrafyasında önemli hizmetleri oldu ve olmaya devam ediyor.<br />
Prizren turumuzu da tamamlayıp gece saat 22.00 gibi yeniden Üsküp’e geri dönüyoruz. Üsküp Türk Çarşısında Murat Paşa Camii’nin yanı başındaki çay evinde yeniden Ensar Derneği’ndeki dostlarımız, Dernek Başkanı Dr. Süleyman Baki Bey ve Muaz Bey, İHH Başkan Yardımcısı Osman Atalay ve diğer dostlarımızla 3. gün gerçekleştireceğimiz Kurban organizasyonu ve diğer hazırlıklarımızı gözden geçirerek 2. günü de tamamlamış oluyoruz. Tabii Türkiye ve Balkanlar üzerine koyu bir sohbetin ardından yol yorgunluğu çöküyor biraz da mecburen kalkıyoruz. Çünkü sabah saat 07.30 hazırlıklar tamamlanıp yola çıkılacak ve biz Usturumca köylerindeki kurban organizasyonun ardından yeniden Üsküp’e dönmeyeceğimiz için otelden ayrılacak şekilde eşyalarımızı hazır etmemiz gerekiyor. Tam olarak yola hazır olmak için 1. günden biraz daha erkence dinlenmek için otele geçiyoruz.<br />
3.Gün Üsküp’ten Usturumca / Filibe’ye<br />
Sabah saatleri Üsküp Çarşısı sakin. <br />
Üsküp böreği alıp Murat Paşa Camii karşısındaki çay evine gelenler çay eşliğinde börekle kahvaltılarını yapıyorlar. Nerede bu börekçi diye sorduğum Amca, az ileri doru yürü sağa bakınca tam karşında diyor. 150 metre yürüyüp sağa bakınca börekçi dükkanını hemen görüyorum. Yol arkadaşlarımız daha gelmemiş ama biraz onlar da gelir diye börekleri alıp çay evine geri dönüyorum. <br />
Birazdan Bayram Ali ve Erol Hoca da otelin sokağında beliriyor. Meğer Erol Hoca sabah yürüyüşünü yapıp dönmüş erkenden. Tam Üsküp böreğinden bir dilim ağzıma atarken çay evine doğru odaları bakan diğer otelin camında Osman Atalay beliriyor. Yakaladım seni der gibi fotoğraflıyor o anı. <br />
Ekip kahvaltısını tamamlarken Üsküp Ensar Derneği’nden Muaz Bey kardeşimiz de geliyor.<br />
Ardından Dr. Süleyman Baki Beylerle öğrenci yurdunun önünden buluşup yola düşüyoruz. <br />
Veles’e (Köprülü ailesinin memleketi) yakın bir göletin kenarında bir kahve molası verdikten sonra tekrar yola çıkıyoruz. İstikametimiz Usturumca artık diye düşünürken Dr. Süleyman Baki takip ettiğimiz öndeki aracının yönünü İştip’e çeviriyor. <br />
İştip şehir merkezine yakın bir yerde duruyoruz. <br />
Karşımızda terkedilmiş bahçeli 2 katlı bir ahşap ev. <br />
Araçtan iner inmez Süleyman Bey evin hikayesini anlatıyor. <br />
Bu ev merhum Sabahattin Zaim Hoca’nın doğduğu evmiş. Şu anda metruk vaziyette. Merhum Sabahattin Zaim Hoca evi yeniletmemiş ama hemen karşısına bir yurt / kurs inşa ettirmiş. Hüdayi Vakfı tarafından kullanılan bina da öğrenciler eğitim döneminde islami ilimler okuyorlar. <br />
İştip’te birçok cami maalesef kapalı. Merkezdeki bir Cami açık ama o da epey zor durumda diyor. <br />
İştip’e kısa bir ziyaretten sonra artık Kurban kesimi ve dağıtımı için istikametimiz Usturumca.<br />
Usturumca’ya bağlı iki köyde Sadakataşı adına Kurban dağıtımı için ana yoldan çıkıp bir Yörük köyüne doğru yol alıyoruz. Yörük köyü dağa yaslanmış bir tepe de. <br />
Köyün ismi de Yukarı Mahalle köyü. <br />
Vardığımızda göz yaşartıcı bir tablo bizi bekliyor. Ellerinde Türk bayrakları köyün çocukları Türkiye sloganları ile bizleri karşılıyorlar. Sarışın, esmer, rengarenk Yörük çocukları. Bayramlıklarını giymişler en güzelinden. Araçtan iner inmez yanlarına gidip hediyelerini dağıtıyoruz Bayram Ali ile birlikte. Beraber yola çıktığımız Erol Bey hem izliyor tabloyu hem ağlıyor. <br />
Ağlanmayacak gibi değil gerçekten de.<br />
Hem hüzün hem sevinç birarada. <br />
Sonra köylülerle kucaklaşıp Kurbanları dağıtıyoruz Sadakataşı, İHH ve Üsküp Ensar Derneği adına. <br />
İmam kardeşimizin evine misafir oluyoruz. <br />
Yer sofrasında karpuz, peynir, domates ikramının lezzeti belki de “cennet taamı” oluyor bize. <br />
Yörük köyleri oldukça fakir. <br />
Tütün ve hayvancılık ile geçiniyorlar. Dik ve sarp bir yokuşta kurulmuş köylerinde aslında bizi yaşatıyorlar ve yaşıyorlar. Ezanı ve bayrağı Türk milletinin neden kutsal bildiğini orada daha iyi anlıyor ve yaşıyorsunuz. Mukaddesatın kıymetini ve bir milleti ayakta tutan şeyin ne olduğunu orada anlıyorsunuz. <br />
Yörük köyünün ardından “esmer vatandaş” diye bildiğimiz Çingene diye kimilerinin aşağıladığı tertemiz bir başka Türk köyüne geçiyoruz. Camisi ve evleri bembeyaz bir köy burası. Meyve bahçeleri ile çevrili köyün sokakları da tertemiz. Köyü organize eden Bülent Bey,<br />
önce evde ikramda bulunmak istiyor. Hayır diyoruz önce Kurban dağıtımını halledelim. Bahçesi geniş bir eve geçiyoruz, her şey hazır ve orada da kardeşlerimize Sadakataşı ve Üsküp Ensar Derneği adına kurbanları dağıtıyoruz.<br />
Yaşlı teyzeler, Ablalar, Amcalar sırayla güzel bir düzende hediyelerini alıyorlar. <br />
Sonra nefeslenmek için Bülent Beyin evinin bahçesindeki taze ve soğuk meyve ikramına iştirak ediyoruz. Sıcaklığın 40 derece olduğu bir ortamda gölge, soğuk su ve meyve ilaç gibi geliyor insana. <br />
Hani derler ya motoru soğutmak tam öyle bir serinlik veriyor bize ikramlar. Hatta üzüm, peynir ve karpuzdan da arabanın bagajına koyuyor Bülent Bey bir miktar yolluk olarak.<br />
Sonrasında hisseli 7 büyükbaş ve 1 küükbaş hayvan kesimi için caminin yakınındaki mezbahaya geçiyoruz. Erkenden yola düşünce zamanın bereketli olduğunu bizzat yaşıyor insan. <br />
Tehlil tekbirleri eşliğinde o vazifemizi de ikmal ediyoruz. Son derece nezih bir ortam da dualarla hisse sahiplerinin isimleri okunuyor, kasaba vekalet veriliyor ve Bismillahi Allahü Ekber sadasıyla Allah için kurbanlar veriliyor.<br />
Elhamdülillah vazifemizi tamamlamış olmanın verdiği hafiflikle doğru mescide. <br />
Dua ve niyaz vakti.<br />
Dr. Süleyman Baki Beyin imametinde namazlarımızı da ikmal ediyoruz. <br />
Cami de biraz sohbet edip dinleniyoruz.<br />
Biz Üsküp’e geri dönmeden Filibe’ye geçeceğimiz için Dr. Süleyman Baki, Muaz ve Necati Beylerle helalleşip veda ediyoruz. <br />
Yolumuz önce Filibe ve ertesi günü nasipse İstanbul.<br />
Bir Kurbanı daha Balkan coğrafyasındaki ata yadigarı kardeşlerimizle birlikte tamamlamış oluyoruz böylece.<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-14189957439534627662019-12-23T12:44:00.000+03:002019-12-23T12:44:06.692+03:00Sümmani'nin araladığı kapıdan geçerek<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJd7CeqBvhFdKOyLwlwaDeU5QNaVesC5JplcKyuFLMW67uCY0mRZp-CNMt3eK-O_ByeGsFm4-GWGpV96GpN8q-SbP4mad5nTD2so5cs2j9tuoL7t654wvBmZqkELJBRgtt3u-g1863B94/s1600/DgezPIJW4AATteL.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJd7CeqBvhFdKOyLwlwaDeU5QNaVesC5JplcKyuFLMW67uCY0mRZp-CNMt3eK-O_ByeGsFm4-GWGpV96GpN8q-SbP4mad5nTD2so5cs2j9tuoL7t654wvBmZqkELJBRgtt3u-g1863B94/s320/DgezPIJW4AATteL.jpg" width="320" height="213" data-original-width="1024" data-original-height="682" /></a></div><br />
Öyle kuru dava ile irfanlık olmaz<br />
Huzur-i arife irfana karşı<br />
Candan geçmeyince canan bulunmaz<br />
Bezirgan et beni erkana karşı<br />
Aşık Sümmani<br />
<br />
Aşık Sümmani’yi bilirsiniz veya en azından ismini duymuşsunuzdur. Pek çok eseri bestelenen bir Hak aşığıdır ve Anadolu erenlerindendir.<br />
Ervah- Ezel’den şiirinin bestelenmiş hali türkü olarak yıllardır dilden dile dolaşır ve okunur.<br />
Aşık Sümmani üzerine konuşmayı ve yazmayı ehline bırakıp bizim esas konumuz olan Aşık Sümmani’nin de dizelerinde dile getirdiği irfan meselesiyle biz devam edelim.<br />
Bir Pazar sabahı gelişen tevafuklar bizi yeniden irfan meselesini yazmaya sürükledi.<br />
Pazar günleri genelde yaptığım üzere erken sayılabilecek saatlerde köşe yazılarına göz gezdirmeye başladım. Twitter’da ne var ne yok diye göz gezdirirken ilk önüme düşen yazı Erol Göka Hocanın “Dostum, dostum, dostum” başlıklı yazısı oldu. Okuduğumda İbrahim Tenekeci ağabeyin, dostluğa ilişkin “Dostluk nedir?” yazısı da zihnimde yeniden tekrarlandı. Neredeyse birbirini bütünleyen iki yazı diye düşünürken, Leyla İpekçi Hanım’ın “Sırlı buluşmaların gizli ‘Sevgili’si” yazısına tevafuk ettim. O yazıda durup dinlenirken, Ayşe Olgun’un Ezel Erverdi ile yaptığı geniş bir röportaj – sohbeti ile de iyice sarsıldım.<br />
Bütün bunlar birkaç saat içinde olup bitiyordu ki, son günlerde gündemde olan ve benim de izlesem iyi olur diye düşündüğüm “ Van Gogh Sonsuzluğun Kapısında” filminin gösterime girdiğini gördüm.<br />
Kahvaltı ve evdeki işleri tamamlayıp siyasi gündeme de göz attıktan sonra soluğu “Van Gogh Sonsuzluğun Kapısında” filmini izlemek üzere sinemada aldım. Uzun filmleri izlemek konusunda pek başarılı değilimdir özellikle sinema ortamında. Kendi kendime söz verdim ve sabırla bu filmi sonuna kadar izlemeliyim diyerek filmi sonuna kadar izledim.<br />
İki yazı, bir röportaj ve bir film.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
İrfan meselesiyle ne ilgisi var bütün bunların diye ya da neden bize kendi hikayeni anlatıyorsun diye düşünüyorsunuzdur elbette bu satırları okurken.<br />
Mesele şu ki; insanın hakikat arayışı bazen Erol Göka ve İbrahim Tenekeci’nin dostluk üzerine yazılarında, bazen Leyla İpekçi’nin Sırlı buluşmaları yazısında anlattığı tevafuklarda bazen de Van Gogh’un hikayesinin anlatıldığı bir sinema filmini izlerken de sürüyor.<br />
Ezel Erverdi ağabeyle yapılan röportajda idealizm karşısında dönemin şartlarının zorlukları ve Nurettin Topçu’nun çevresinde yaşanan imkansızlıklarda aslında İrfan ve Hakikat arayışının öyle kolay olmadığını bize anlatıyor.<br />
Aşık Sümmani’nin Seyyid Hacı Ahmed Baba Hazretlerinin seyri sülükundan geçmiş Halifesi olması bilgisi de insanı bir limandan alıp fırtınalar içinde okyanusa yeniden döndürüyor ve seyre devam ettiriyordu.<br />
<br />
İnsan ancak gönlü ile insan olabilir diye tekrarlayıp kendi kendime duruyorken, İsmail Halis dostumuzun paylaştığı Merhum Turgut Cansever Hoca’nın Vefa Sempozyumundaki konuşmasını da izleyince durup teslim oldum Hakikate ve İrfana. Turgut Cansever Hoca Fatih Külliyesi, Bayezit Külliyesi, Sultan Fatih, 2.Bayezid, Şeyh Vefa ve İbn Arabi Hazretlerinden de bahisle taçlandırdığı konuşmasındaki aşkı, vecdi ve heyecanı ile kaçmanın zor olduğu bir yüzleşme ile baş başa bırakıyordu bizi.<br />
Ve adeta bütün bu olan biten önce bana sonra hepimize şunu öğütlüyordu; İnsanoğlu geldiği ruh aleminden, ruh ve beden olarak varolduğu dünya hayatında saadeti (ruhi ve bedeni) ancak ve ancak hakikate ve irfana teslim olarak elde edebilir ve yeniden asıl ve ebedi yurdu olan ahiret yurduna göçebilir. <br />
<br />
İrfan mektebinin talebeleri olmak, bilginin ötesine geçmeye çabalamak için bizi sürekli teşvik ediyor. Bu çaba içinde olmanın bizatihi kendisi bir seyr halidir. “Hepisinden iyice bir gönüle girmek” derken kastedilen mana ile bir ressam olan Van Gogh’un ya da Nietzsche’nin anlam ve hakikat arayışı arasında bir bağ kurmadan bir tefekkür üretmemiz mümkün olabilir mi acaba?<br />
Peki biz bunları konuşurken dünyanın hali nice olacaktır be adam diye düşünmüyor değilim elbette. Nasıl bir düzen kuracağız ve sağlayacağız insanın saadeti için?<br />
İnsanoğlunun saadetini sağlayacak olan şey kuracağımız maddi varlık alemindeki düzen midir ki acaba diye de düşünmüyor değilim elbette.<br />
Değer ve anlam kaybının zirvelerinde dolaşan insanoğluna hangi imkanı sonuna kadar verirsek verelim, onu ruh ve beden olarak saadete ulaştıramıyoruz. Mutmain olmayan bir “azgınlık” hali var insanoğlunun bir kısmının. Bunun bedelini de kendisiyle birlikte başkalarına ödetiyor. Gelişmiş toplumlar diye bahsedilen toplumlar Doğu toplumlarından yani hayatında dinin yer aldığı toplumlardan daha mutlu olduğu varsayımıyla düşünüyoruz her şeyi. Çünkü temel paradigma bu. Buradan hareketle kendimizi yerden yere vuruyoruz. Kurduğumuz koca şehirler insanın zindanı olmaya devam ediyor. İnsani olandan, ruhumuza iyi gelenden, fıtrata uygun olandan ve insanı vahşilikten uzak tutandan çok uzaklara düşüyoruz temel paradigmamız ilerleme ve gelişmişlik olunca.<br />
<br />
Çok katlı devasa yapılar, minareleri aşan rezidanslar, gökyüzünü kapatan darlıkta sokaklar, denizden esen rüzgarı kesen toplu konutlar, genetiği bozulmuş gıdalar ve daha bir çok sebeplerle oluşan buhran ve bunalımların nelere sebep olduğunu neredeyse takip etmeye bile korkar olduk. Duymamaya ve görmemeye çalışıyoruz. Sürekli haber izleyen ve haberciliğin içinde olan insanların ruh hallerinin normal olduğunu iddia edebilir miyiz?<br />
Her konuda fikir serdetmek nasıl bir uzmanlık ya da bilgi gerektirir acaba?<br />
Allah’ın halifesi olan insanın hakikat arayışı kıyamete kadar bir imtihan olarak sürüp gidecektir şüphesiz. Biz bu topraklarda büyük bir mirası devralmış bir millet olarak hiç değilse insanlığın muhtaç olduğu hakikat ve irfan bilgisine sahip olan insanlar olarak değer ve anlam kaybından kurtulmalı, elimizdeki kıymetin farkında olmalıyız.<br />
<br />
<br />
Şeyh Vefa’dan Aşık Sümmani’ye, İbni Arabi’den Yunus’a ve Mevlana’ya, Halid Bin Zeyd’ten Sultan Fatih’e, Nurettin Topçu’dan Turgut Cansever’e çok geniş bir anlam ve değerler dünyasını inşa edecek bilgi, birikim ve tecrübeye sahibiz.<br />
Yeniden değerlerimizi kuşanmak, zamanı ve vakti anlamak, İrfan ve Hakikat Mektebinin tecrübesini hayata aktarmak, belki başka topluluklar için zor olabilir ama bizim için bu kadarda zor olmamalı artık.<br />
Değer, anlam ve ruh dünyamızı, şehirlerimizi ve memleketimizi imar ederken hatırdan uzak tutmadan ilerlemek için hala çok geç değil. Elimizdekileri kaybetmeden neyi kaybettiğimizi hatırlamanın vaktidir.ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-27019177754435790332019-12-23T12:39:00.000+03:002019-12-23T12:39:38.697+03:00Çün okudun bilmezsin<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg75jVEcm6tSXQzF-EriEs6jjsHbf9vqDrA0e1YMos07awdXSyd8mObVj9r7phtNE-XjMVWlFoJMWyEyA9GIHOfwDDRnDILxWULGKFZ6ZBIV2DNSGE9xZr2oHFk6l15UBpaaBDSHKoLw4Q/s1600/kitap-okumak-i7178745.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg75jVEcm6tSXQzF-EriEs6jjsHbf9vqDrA0e1YMos07awdXSyd8mObVj9r7phtNE-XjMVWlFoJMWyEyA9GIHOfwDDRnDILxWULGKFZ6ZBIV2DNSGE9xZr2oHFk6l15UBpaaBDSHKoLw4Q/s400/kitap-okumak-i7178745.jpg" width="400" height="299" data-original-width="950" data-original-height="710" /></a></div><br />
“Okumaktan mânâ ne<br />
Kişi Hak’kı bilmektir<br />
Çün okudun bilmezsin<br />
Ha bir kuru emektir”<br />
Yunus Emre<br />
Bizim Yunus böyle demiş çağında, kastettiği mana elbette irfan ehline malumdur. <br />
Okumak, kitap ve kütüphane konusunda her yıl yayınlanan istatistik bilgiler çerçevesinde Türkiye’de kitaba ve okumaya gereken önemin verilmediği ve gelişmiş(!) ülkelerden çok geride olduğumuza ilişkin konuşmalar, veciz sözler ve ifadeler paylaşılır, bu türden istatistiklerle hepiniz karşılamışsınızdır. Gerçekten böyle midir, değil midir ya da bu sonuçlar geliş(me)mişliğimizin nedeni midir, sonucu mudur, çeşitli kültür ve sanat muhitlerinde tartışılır durur ve sonra unutulur. Kendimizi aşırı yüceltenlerle, Batı’yı yüceltip kendi toplumunu yerin dibine sokan grafikler ortalıkta cirit atar. <br />
Yakın zamanda TUİK tarafından açıklanan son veriler eşliğinde konuyu biraz daha derinlemesine okumak ve anlamak istedim. Ve bilginin peşine düştüm.<br />
TUİK verilerine göre tablo şöyle; <br />
Türkiye’de 28.126 kütüphanemiz var. <br />
Milli kütüphanemizdeki kitap sayısı 1 milyon 410 bin 489<br />
Halk Kütüphanelerinin sayısı 1.146, Halk kütüphanelerindeki kitap sayısı 19 milyon 993 bin 613.<br />
Üniversite Kütüphanelerimizin sayısı 564, kitap sayısı 16 milyon 385 bin 532.<br />
Eğitim kütüphanelerinin sayısı (özel okul, kurs vb.) 26.415, kitap sayısı ise 26 milyon 707 bin 127.<br />
TUİK verilerine genel olarak baktığımızda, kütüphanelere devam edenlerin ve kullananların sayısı, yalnızca halk kütüphanelerinde artış göstermiş. <br />
Kültür Bakanlığı’nın Gezici Kütüphane projesi çalışmasındaki son durum ise şöyle, 44 Gezici Kütüphane, 158 bin 690 kitap, 383 bin kullanıcı, 88.691 üye ve yaklaşık 450 bin civarında ödünç verilen kitap var. <br />
Peki 2017 yılında Türkiye’de ne kadar kitap yayımlanmış bir de o verilere bakalım isterseniz.<br />
2016 yılının ilk 11 ayında toplam 379 milyon 763 bin 522 adet kitap üretildi. <br />
2017 yılında ise toplam kitap üretim adedi 381 milyon 964 bin 139´a yükselmiş. <br />
Kitaplar ve kütüphanelerdeki durumu özetlemiş olduk. <br />
Peki kitap okuma oranı nasıl diye merak ediyorsanız, o sorunun cevabına da bir bakalım. <br />
Avrupa İstatistik kurumu (Eurostat) her yıl 23 Nisan'da kutlanan Dünya Kitap Günü dolayısıyla ülkelerin kitap okuma oranlarını açıkladı.<br />
Eurostat'ın raporuna göre Avrupalılar kitap okumaya günde 2 ila 13 dakika arasında vakit ayırıyor.<br />
İstatistik kurumunun 15 Avrupa ülkesi üzerinden yaptığı araştırmaya göre 2008 ve 2015 yılları arasında ortalama kitap okuma suresi Fransa'da günde 2, İtalya'da 5, Avusturya ve Romanya'da ise 10 dakika ve üzerinde.<br />
Türkiye günde 6-7 dakikalık kitap okuma ortalaması ile Fransa ve İtalya gibi birçok Avrupa ülkesini geride bırakmış.<br />
20 ila 74 yaş arasında yapılan araştırmaya göre Finlandiya ve Polonya'da günde 12 dakika, Estonya'da 13 ve Macaristan'da 10 dakikalık okuma oranları en yüksek değerlere sahip.<br />
Ve son olarak 2017 yılında ne kadar kitap satıldığına bir bakalım. <br />
Bakanlığın açıkladığı bandrol ve tescil istatistiklerine göre süreli olmayan yayın bondrolü satışı 2016 yılında 404 milyon 129 bin 293 iken 2017 yılında 407 milyon 739 bin 8’e yükseldi.<br />
Eser türlerine göre en fazla bandrol satışı eğitim kategorisindeki yayınlarda yaşandı.<br />
2017 yılında eğitim alanında 209 milyon 504 bin 110 bandrol satışı yapılırken, yetişkin kategorisinde 77 milyon 621 bin 806, inanç kategorisinde 42 milyon 229 bin 572, çocuk-gençlik kategorisinde 41 milyon 867 bin 509, yetişkin kurgu kategorisinde 25 milyon 72 bin 382, ithal yayın kategorisinde 6 milyon 688 bin 443 ve akademik alanda 4 milyon 755 bin 186 adet bandrol satışı yapıldı.<br />
Kitap konusunda aslında zengin bir mirasa sahibiz. Önemli isimler, eserler ve kütüphanelerimiz var. Son yüzyıldaki kültür hayatımıza ya da kitabiyat ilmine ömrünü vermiş büyük insanlarımız var. Hepsi de neredeyse yaşadıkları sürece tüm imkanlarını kitapları ve bulundukları kütüphaneleri için seferber etmişler. <br />
Bu isimlerden en dikkat çekenleri Ali Emiri Efendi (1857- 1924) ve İsmail Saib Sencer (1873 – 1940). <br />
Bu isimlerin hayatlarını, bıraktıkları sözlü ve yazılı mirası okumak, anlamak bile insanın bilgi birikimine çok ciddi katkı yapmaya yetiyor. Ve insanın kitaba ilişkin iştahının artmasına vesile oluyor.<br />
Kitaplarla hemhal olmanın, kütüphane sahibi olmanın, Sahaflık mesleğinin kültür hayatımızda ne denli önemli olduğunu anlatmak abesle iştigal olur.<br />
İstanbul Beyazsaray’daki (şimdilerde yıkıldı ve yayınevleri YÜMNİ İş Merkezine taşındı) Enderun Kitabevi’nin sahibi merhum İsmail Beyi, bilmeyen ya da duymayan yoktur herhalde. Aslında “kitap aşığı” olmak bambaşka bir tutkunluğu anlatır bizim kültürümüzde.<br />
Türkiye’nin bugün geldiği ve içinde bulunduğu zaman diliminde, kitap okumak, kitap almak, kitapların basılması, satışı ve pazarlanmasının, diğer ülkelerle kıyaslanarak ortaya çıkan istatistiksel sonuçları bizi doğru bilgiye ulaştırmayabilir. <br />
Türkiye’de okuma alışkanlığının ya da okuma oranlarının istatistiksel veriye dönüştürülmesinde izlenen yol, genel geçer kuralların ortaya çıkması için bir veri olarak değerlendirilebilir. Ancak kesin ve doğru bilgiyi ihtiva ediyor demek çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Hele hele çoğu kimsenin dijital okuma yapmaya yöneldiği, modern(!) iletişim araçlarının yaygın olarak kullanıldığı ülkemizde, kitap okuma oranlarının çok doğru tespit edildiğine dair şüphelerimizin olması mümkündür. <br />
Kitapların alınması, okunması, kütüphane alışkanlığının ve kütüphanelerin yaygınlaşması çabası ve teşvik edilmesi kesinlikle doğru bir yaklaşımdır, bunda tereddüt ve şüpheye yer yok. Ancak bunu yaparken, mobil iletişim araçlarını ve interneti en yoğun kullanan ve genç nüfusuyla dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan Türkiye’nin okuma alışkanlıklarının biçimi yeniden yorumlanmalıdır. Kağıttan okumak geleneksel bilgi edinme yollarından biridir. Bu geleneğin yaşatılması, ayakta kalması ve devam ettirilmesi bir kültür politikası olarak elbette sürdürülmelidir. Ancak bunu yaparken yeni ihtiyaçları ve bilgiye ulaşmak için kullanılan yeni gelişen yolları, araçları ihmal edemeyiz.<br />
Hem Ali Emiri Efendi ve İsmail Sencer’in mirasını devralıp korumalı, hem de onların bilginin oluşması ve ulaşılması için ortaya koyduğu çabanın bir benzerini gelecek nesillere taşımak için yeni ve genç nesillere uygun ortam, zemin ve araçlar üretmeliyiz. <br />
Öğrenme açlığı, okumayı teşvik eden en önemli itici güçtür. Öğrenme ihtiyacı duymayan kuşakların ve nesillerin, doğru bir okumaya sahip olmasını da beklemek hayaldir. Bilgi sahibi olmak, öğrenmek için girişilen çabanın bir sonucu olan “OKUMAK” eylemini tek başına sürekli kutsamak yerine, edinilen ve ulaşılan bilginin ve aracın nasıl ve neler olduğuna dair de kafa yormak gerekir. <br />
Burada sizlerle paylaşmayacağım ama okuma oranlarımızın içindeki okumaların azami kısmının “aşk romanları” ve “kişisel gelişim” kitapları olması tesadüf değildir herhalde. Diğer ülkelerden az ya da çok okumak istatistiksel pozitivizmine takılmaktansa ne okuduğumuza ya da neler okunduğuna da odaklansak, çok daha iyi bir iş yapmış olacağız. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-49080733533348802522019-12-23T12:35:00.002+03:002019-12-23T12:35:56.769+03:00Karanlıkları ışığa boğan bir şimşek<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOrkoNQ8U8CE2pvOGkZHqXxguzCBWzG7Y9Cqc7088oBYdEZQHzkzHkV1A0PONj5RcLUeFCtVxtPewwFdam3CyhaUENHDtiHDQhpf1DyGRoMpX7EnFDK47sKBH44QVnSauYXfafC1K0ygE/s1600/DiJ5Qw9W4AAhgwa.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOrkoNQ8U8CE2pvOGkZHqXxguzCBWzG7Y9Cqc7088oBYdEZQHzkzHkV1A0PONj5RcLUeFCtVxtPewwFdam3CyhaUENHDtiHDQhpf1DyGRoMpX7EnFDK47sKBH44QVnSauYXfafC1K0ygE/s320/DiJ5Qw9W4AAhgwa.jpg" width="320" height="229" data-original-width="1024" data-original-height="733" /></a></div><br />
24 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye yeni bir sabaha büyük meraklar içinde uyandı. Gece yarısına kadar süren hatta bazıları sabahı bulan, tartışmalar ve değerlendirmeler medya platformlarında (TV, radyo, sosyal medya) yapıldı. Doğrusu bir kısmımız epey uykusuz kaldı. Herkes şimdi ne olacak sorusunun cevaplarına odaklandı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak isimlendirdiğimiz kendimize özgü Başkanlık Sistemi’ne geçtik. Sonra yasal prosedürler, yemin törenleri vs. ile devam eden siyasal ve yeni teamüllerin oluşmasına ilişkin programlar…<br />
Hayır, tam olarak bu siyasal konuları anlatmayacağım ve yazmayacağım, zaten hep birlikte bu süreci yaşamayı sürdürüyoruz. Asıl odaklanmak istediğim konu “Kültür meselemiz”. Sayın Cumhurbaşkanımızın bir hitaplarında “başarılı olamadık” dediği iki alandan biri. Diğer Maarif yani Milli Eğitim meselemizdir, malumunuz olduğu üzere. <br />
Peki, gerçekten 16 yıllık bir iktidar döneminde neden Kültür konusunda başarılı olunamadı ya da tam olarak bir başarısızlık söz konusu mudur gerçekten? <br />
Kastedilen şeyin Kültürel İktidar olarak odaklanılan şey olması durumunda evet bir başarı sağlanamama tablosu ile karşı karşıya kalındığı varsayılabilir. Ancak tam olarak başarısız olduk denilecek kadar vahim bir tablo olmayabilir.<br />
Kendimizi Kültürel İktidarı ellerinde tuttukları varsayılan çevrelerin dili ve kriterleri ile değerlendirdiğimizde kendi kendimizi mahkûm etmiş oluyoruz. Bu yaklaşım bana çok doğru gelmiyor. Kendimize haksızlık etmeyelim. Elbette hamaset yaparak durumun çok parlak olduğuna dair kendimizi kandırmak üzerine cümleler kuracak değilim. Durum tespiti yapmak daha yerinde bir yaklaşım olacaktır. <br />
Öncelikle şu Kültür meselesinin ne olduğuna bakmalıyız. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kültür Bakanlığı’nın faaliyetleri açısından başarılı dönemler yaşanıyor. Yayınlar, sempozyumlar, etkinlikler, destekleme programları, sinema ve senaryo çalışmalarına ilişkin verilen destekler, tiyatrolar vs. Bu alanlarda yapılan işlerin ve verimliliğinin arttığına dair ciddi veriler mevcut. <br />
O halde başarısızlık (!) bu meselenin neresinde?<br />
İşte başarısızlık (!) olarak addedilen şey, üretilmesi beklenen “İslami, muhafazakar, dindar, mütedeyyin” çevrelerin beklentisini karşılaması muhtemel icraatların ortaya çıkmaması ya da çıkarılamaması. <br />
Oysa bizim tarihsel geleneğimiz tam da bunun devlet ya da iktidar eliyle mümkün olamayacağını ispatlayan onlarca dönemsel örneklerle dolu. Yüzyıllık Cumhuriyet Türkiye’si tarihinde yürütülen kültürel mücadele sürecinde hiçbir zaman bir devlet (iktidar) ağırlığı merkezde olmamıştır. <br />
Herkesçe muteber sayılan Mehmed Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cemil Meriç gibi isimlerin devletle (iktidar) ilişkilerine baktığımızda genelde mesafeli bir ilişki söz konusudur. <br />
Cemil Meriç Kültürden İrfana isimli eserinde kültür ve medeniyetin kavramsal olarak Batı’daki tanımlarına mesafe koymuş ve karşı çıkmıştır. Meriç bu iki kavram yerine bize ait olan “İrfan”ı ve İbn Haldun’un “Umran”ınını bilinçli şekilde tercih etmiştir. Hatta Kültür’ün Batı’daki kavramsal karşılığının ve ardından bizdeki Medeniyet ile ilişkilendirilmiş halinin de sorunlu olduğuna dikkat çekmiştir. <br />
Kültür meselelerimiz sorusuna şöyle cevap veriyor merhum Cemil Meriç; <br />
“Dante’nin Cehennem’ine yeni bir fasıl eklemek istemiyorum. İrfan, Batı entelijansiyasının “Gnoz” (gnose) adını verdiği “ilm-i ledün”dü. Karanlıkları ışığa boğan bir şimşek. Yarı ilhami yarı seziş. Cedlerimiz, ilahi esrarın heybeti karşısında “Sübhaneke ma arefnake hakka marifetike ya Maruf” diye çarpınıyorlardı. Kültür’e gönül verenler mavera karşısında böyle bir dehşet duymazlar. Ne mutlu bize ki, dilimizi de kaybettik. Tarihimiz mührü çözülmemiş bir masal hazinesi. Ne Batı’yı tanıyoruz, ne Doğu’yu. En az tanıdığımız ise kendimiziz. Hadis-i Kudsi, “Nefsini bilen, Rabbini bilir” buyurur. Böyle bir bilgiye, fert olarak da, cemiyet olarak da, beşeriyet olarak da, en çok şimdi muhtacız. “<br />
Evet, Cemil Meriç Kültür ve Medeniyet’ten öte bir anlam dünyasına kapıları sonuna kadar açıyor bize. İrfanın ve Umran’ın derinliğine ve geniş anlam dünyasına yelken açın diyor adeta.<br />
Şimdi bu noktada durup yeniden düşünmeliyiz. <br />
Bizim kültürümüz ve medeniyetimizin kavramsal anlam bütünlüğünü ve derinliğini içkin olan yani İrfan ve Umran bakımından neler yapılmıştır? Bu anlamda bir Kültürel İktidar kurmak için devlet (iktidar) olmak yeterli midir?<br />
Devlet (iktidar) aygıtı eliyle sürekliliği olan topluma mal olmuş bir kültürel iktidar inşa edilebilir mi? <br />
Hatta meselenin bir de yerel boyutu var ki, oraları da konuşmaya ve yazmaya başlarsak daha ciddi yapısal sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu anlatmaya bu yazı imkân vermez. Bütün bunları Kültür Bakanlığı’nı ya da yereldeki yönetici sınıfını yüceltmek ya da yermek için anlatmadım. Bu bizim için bir durum tespitidir. <br />
Artık Kültürel İktidar tartışmalarını bir kenara bırakarak, yapılması gerekenleri klik kavgasına dönüştürmeden yapmaya başlasak çok daha iyi bir iş yapmış olacağız. <br />
Sanat dediğimizde Geleneksel Sanatlarımızı ihmal etmeden ama alanı da daraltmadan, Edebiyat dediğimizde belli günlerdeki “Anma” programlarına takılıp kalmadan ilerlemeyi öğrenmeliyiz. Kültür, Sanat, İrfan ve Medeniyet bir sokağın kaldırım taşlarının dizilişinden, bir kültür merkezinin sahnesinin perdesinin açılış -kapanışına kadar hayatın her safhasında bir inanışı, tefekkürü, bakışı, anlayışı ve uygulayışı da barındırdığını anlamalıyız artık. <br />
“Felsefe neden önemlidir?” sorusuna verdiğimiz cevaplarla “şehirlerimiz neden özgünlüğünü kaybederek kentleşiyor” sorusuna verdiğimiz cevap arasındaki bağı kavradığımızda “varlık bilinci”mizi de yeniden keşfederek Kültürü aşan İrfan ve Umran’a ulaşmanın basamaklarını çıkarken kendimizi bulacağız. <br />
Yeryüzünde bunca tuğyan, kan, zulüm, açlık ve işgal devam ederken bunlar çok mu önemlidir ey arkadaş diyorsanız eğer; unutmayın ki Fatih ve Süleymaniye kürsülerinde İstiklalinizi korumak için çırpınan bir Mehmed Akif çıkaramazsak ne istiklalimiz ne bağımsızlığımız ne de devletimiz elimizde kalır. (Allah muhafaza buyursun)<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-7677071775035219852017-07-17T15:25:00.001+03:002017-07-17T15:27:07.391+03:00Şehidlerin yolunu sürdürmek ve O gece<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPxHPOV5xtAD0Ek3CWI9Qqg5ROGnQHmKsRq9s4bDhdukrhvUBB3LSCw3FlTYouzwUIlyYOX-NGJIVugJLlsXp3gvrwtA0lg-yyzLXq-wPZyHeYsaA4rNOOVHMTcGTRw69HkPLBUfRuoHw/s1600/as8t2005-1000x656.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPxHPOV5xtAD0Ek3CWI9Qqg5ROGnQHmKsRq9s4bDhdukrhvUBB3LSCw3FlTYouzwUIlyYOX-NGJIVugJLlsXp3gvrwtA0lg-yyzLXq-wPZyHeYsaA4rNOOVHMTcGTRw69HkPLBUfRuoHw/s320/as8t2005-1000x656.jpg" width="320" height="210" data-original-width="1000" data-original-height="656" /></a></div>İçimizi yakan ve yüreğimizi yakan çok şey yaşadık ve okuduk o geceye dair. <br />
15 Temmuz gecesi, Allah’ın bu Aziz Millete Çanakkale Şehitleri’ne katından ikram ettiği ruhun 100 yıl sonra yeniden ete kemiğe bürünmüş halidir. <br />
Bir ananın evladına “Sakın şehit olmadan eve dönmeyin, hakkımı helal etmem” demesi olağan dışı bir ruhun insanlarda kendisini göstermesidir şüphesiz. <br />
Sanki İlahi bir nefes ruhlara ve bedenlere sirayet etmiş gibi o gece yollara, sokaklara, meydanlara çıktı. <br />
Normal bir insanın tankların altına yatmasını izah edebilecek bir psikiyatr var mıdır acaba? Tek başına bir insanın tanklar geçmesin diye bir tankın altından kalkıp diğer tankın altına yatmasını hangi akıl izah edebilir? <br />
Bu direniş ve uyanışın ruhu akılla izahı mümkün olmayan ibret tabloları ile canlı biçimde gözümüzün önünde durmaktadır. <br />
Anlatmakla anlaşılacak bir ruh değildir bu, ancak teslimiyetle ve imanla belki anlaşılır. <br />
Peki aradan 1 yıl geçtikten sonra Aziz Milletin bu ruhu böylesine güçlü ve destansı bir şekilde sahiplenişine ne demeli. <br />
Bir yanardağ patlaması sanki, sel gibi aktılar meydanlara Aziz Milletimizin her bir ferdi. Seccadesi üzerinde gece boyu ağlayıp dua edenleri de var üstelik. Her sela verilişte gözyaşlarını bağrına gömen ve acıyla dişlerini sıkan yüzbinlerce gönül var. <br />
Gerçek ama bir o kadar uhrevi yüce bir vecd içindeydi o gece bu Aziz Millet. <br />
Herkesin kendi hesabını bir kenara bırakıp ne yapabilirim diye çırpındığı bir geceydi 15 Temmuz. <br />
Yardan, anadan, serden geçen ruhlar vecd ile durdu emperyalist uşaklarının karşısında ve Allah tuzak kuranların tuzağını başlarına geçirdi ve Şehidlerimizin kanlarında boğuldular. <br />
Şimdi Şehidlerin kanlarını ve Gazilerin hatırını yere düşürmeme ve adaletin geç kalmadan tecelli etmesinin vaktidir. <br />
Yüzbinler ve milyonlar bunu beklemekteler sahip çıktıkları devletinden ve liderinden. <br />
Kim ne düşündü ve yaptı ise o gece, vicdanıyla muhasebe halinde 1 yıl sonra da.<br />
Allah’a sonsuz hamdü sena ederiz, şükrederiz ve bu nimete layık olmaya çalışırız. Allah bir daha bu Aziz Millete böyle zor bir gece yaşatmasın. Millet bu şuurla birinci senesinde meydanlarda yerini aldı; Şehitlerine ve Gazilerine sahip çıktı yeniden. <br />
Bu direnişe liderlik eden Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’a da güvenini yeniden açıkça ortaya koydu. Millet bunu bir siyasi mesele olarak görmüyor artık. 15 Temmuz’u Milli bir mesele olarak görüyor ve değerlendiriyor. O sebepledir ki, 15 Temmuz’a gölge düşürecek her siyasi söyleme ve yaklaşıma karşı açık ve net tavır alıyor. <br />
Cumhurbaşkanı daha ekranlara çıkmadan sokaklara çıkmaya başlamıştı Aziz Milletimiz ama Başkomutan Erdoğan açıklama yaptıktan sonra bambaşka bir silkiniş ve uyanış içinde tanklara, kurşunlara ve savaş uçaklarına karşı durdu.<br />
Bu Aziz Millet çok acı tecrübeler yaşadı geçmişte. Seçtiği nice isim gadre ve zulme uğradı ve iradesi elinden alındı. Ama 15 Temmuz’da bu küresel haşhaşi çetesinin iradesine pranga vurmasına müsaade etmedi, hem devletine hem de ortaya koyduğu iradesine sahip çıktı Allah’a hamdolsun. <br />
Şimdi hep birlikte geçmişte bu vatan için can veren ecdadımıza ve 15 Temmuz Şehidlerimize ve Gazilerimize layık olmak için daha çok çalışmak vaktidir. <br />
Halil Kantarcı’yı, Erkan Pala’yı, Ömer Halisdemir’i,Erol Olçok ve Abdullah Tayyip Olçok'u, İlhan Varank Hoca’yı ve şehadetlerine şahitlik ettiğimiz, gönülleri dağ gibi nice erleri, duayla, minnetle ve şükranla anma ve unutmamaktır vazifemiz. <br />
Nicedir toprağa ekilen tohumlar 15 Temmuz’da göğe doğru ilahi bir rahmetle boy verdi. Allah o ilahi rahmete, her zaman uyanık bir ruh ve şuurla layık olmayı biz geri de kalanlara nasip eylesin. <br />
Şehidler Rableri katında zaten rızıklandırılıyorlar çünkü Hakk öyle vadetti biz görmesek ve hissedemesek bile.<br />
Bu Aziz Millet’in bu şuura yükselmesinde emeği olan tüm büyüklerimizden Rabbimiz razı olsun ve rahmet etsin. Kimlerdir onlar, elbette siz onları biliyorsunuz zaten anlatmaya ve isimlerini saymaya hacet yok. <br />
Hülasa duamız şudur; Ey Rabbimiz bizlere zorluk karşısında imanla, sabırla ve tevekkül içinde dayanma ve direnme gücü ver. Gönlümüzü, kalbimizi ve ayaklarımızı yolunda sabit kıl. Ölüm korkusunu ve dünya sevgisini bizden uzak eyle. Sen herşeye Kadir-i Mutlaksın. Ümmetimizi ve Milletimizi Aziz ve İzzetli kıl.<br />
Rahmetinle kuşat.<br />
Amin Amin Amin…<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-26962912515471761922017-03-15T14:23:00.001+03:002017-03-15T14:23:59.004+03:00Tarih nereye doğru akıyor? (2) Karl Marx yoksa haklı mıydı? Tabii bu ne biçim bir başlık dediğinizi duyar gibiyim. Bence de haklısınız ama şu yaşadığımız olaylara bakınca neredeyse adamı haklı çıkaracak işler yapıyoruz Müslümanlar olarak. <br />
Son 5 yıldır hatta son çeyrek asırdır islam dünyasının ve coğrafyasının yaşadığı felaketlerin sebebi, genelde “dini düşünce/akım/mezhep” kaynaklı çatışmalar olarak görünmektedir. Görünmektedir diyorum çünkü hepimiz biliyoruz ki, bu çatışmaların ana kaynağı bizatihi din düşüncesinin yani islamın kendisi değil elbette. Ancak öyle sapmalar ve yozlaşmalar sözkonusu oldu ki neredeyse dinin sanki kendisi bu problemi üretiyor düşüncesi dünya kamuoyunda hakim hale geldi. <br />
1980’li yıllarda Afganistan’ın işgali ve İran devrim süreci sonrasında İslam dünyasında çok farklı düşünce ve mezhebi akımlar kendini göstermeye başladı. <br />
Terör devleti İsrail’in Filistin’i işgalinin ardından sertleşen islami düşünce zemini bu iki büyük olay sonrası daha da sert bir süreç yaşamaya başladı.<br />
Birçoğumuzun içinden geçtiği bu süreçler, dünyada şu sıralarda islam adına bambaşka bir algının oluşmasına zemin hazırladı. <br />
11 Eylül sonrasında tüm dünyada esen El Kaide rüzgarı yerini IŞİD denilen yeni bir örgüte bıraktı. Radikal şiddet hareketleri ya da bazı coğrafyalardaki bağımsızlıkçı selefi hareketler IŞİD’ı bir umut olarak görmeye başladı. Afrika’da, Uzak Asya’da ve Ortadoğu’daki bazı selefi hareketler, IŞİD’e bağlılıklarını ilan ettiler. Avrupa ülkelerinde ve Batı’da yaşayan bazı selefilerde bu harekete katıldılar ve örgütlendiler. <br />
Geleneksel dindarlığı teslimiyetçi bulan ve sömürü karşısında pasiflikle suçlayan islami örgütlerin bir kısmı da IŞİD’a katılmasalar da ister istemez bu süreçten etkilendiler. <br />
Suriye’de yaşanan ve milyonlarca Müslümanın mülteci olmasına ve binlercesinin hayatını kaybetmesine sebep olan savaş ve Irak’taki istikrarsızlık tam da IŞİD’in istediği zeminin oluşmasına katkı sağladı. <br />
Ortadoğu coğrafyasında yaşanan bu acı süreç, kendisini Türkiye başta olmak üzere Batı’da terör saldırılarıyla daha da görünür hale geldi. <br />
Yaşanan bu süreç BATI için yeni bir islamafobianın üremesine sağlam bir zemin oluşturmuş, yabancı düşmanlığıyla birlikte aşırı sağcı siyasi akımların AVRUPA ülkelerinde yeşermesine ve yeni bir FAŞİZM FIRTINASINA neden olmuş durumdadır. <br />
BATI’nın zaten kodlarında varolan bu zihinsel altyapı tüm batı uluslarını derinden etkilemeye devam edecek gibi görünüyor. Yabancı düşmanlığı, mültecileri ülkelerinde istememe, göç hareketlerine karşı kendilerince ulusal direniş çağrısı yapan aşırı sağ siyasi hareketler Fransa, Almanya, Hollanda ve Avusturya’daki iktidarları da siyasi anlamda derinden sarsmaya devam ediyor. <br />
Tablonun tümüne baktığımızda DOĞU ile BATI arasındaki küresel ve global barış havası neredeyse tümüyle ortadan kalkacak gibi. Tabii bu arada iktisadi çekişmeler perde arkasında ciddi anlamda varlığını sürdürüyor. İktisatçılar, esas meselenin iktisadi rekabet olduğunu ve özellikle islam coğrafyalarındaki varolan doğal zenginliğin paylaşımı konusunda ABD, RUSYA, İNGİLTERE ve ÇİN arasında kavganın sonuçlarını yaşadığımızı düşünüyorlar. <br />
Olan bitenin genelde takip ettiğimiz varsayımından hareketle, bizim olaylara değil daha çok sebep ve sonuçlara odaklanmamızın hepimiz için daha önemli olduğu kanaatindeyiz. <br />
Sebepler ve sonuçlar bakımından kendimizi de ciddi bir özeleştiri sürecine tabi tutmamızın gerekliliği ortadadır. <br />
FETÖ olayları sonrası Türkiye’de kamuoyunun cemaatler/tarikatlar/islami fikri akımlara karşı daha mesafeli ve güvensiz olduğu gerçeğinin üzerinde çok ciddi düşünmemiz gerekmektedir. IŞİD’in küresel çapta yaşattığı kaos ile Türkiye’nin FETÖ sebebiyle yaşadığı zorlukların benzerliği dini düşünce ve hareketlerde ciddi yapısal sorunların olduğunu göstermektedir şüphesiz. <br />
Din/İnanç duygusu Doğu toplumlarında bireyi/aileyi/toplumu şekillendiren en önemli aktördür. <br />
Peki 1 milyar 700 milyon Müslümanın varolduğu dünyada neden Müslüman coğrafyalar sürekli çatışma alanı ve neden “islami terör” diye bir kavram tartışılır hale geldi. <br />
Bu sadece BATI’nın kullandığı maşa örgütlerin kabahati mi? <br />
Mesele sadece BATI’nın İSLAM’la olan kavgası mı acaba? <br />
Doğrusunu söylemek gerekirse Müslüman ahalinin bu anlamda ciddi kabahatleri olduğu açık ve nettir. İslam dünyasını derinden etkileyen islami hareketlerden Müslüman Kardeşler ve Cemaati İslami ile birlikte Geleneksel İslami tarikat ve cemiyetlerin modernleşme karşısında verdikleri imtihan kazanımlar yanında ciddi anlamda kayıplara da sebep olmuştur. <br />
Mısır, Pakistan, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Filistin ve Türkiyeli Müslümanların aralarındaki ihtilaflar öylesine zirveye çıkmıştır ki, neredeyse birbirleriyle savaşmanın eşiğine gelmişlerdir. Oysa Fransa ve Almanya ya da İngiltere ile ABD arasında bu türden bir ihtilafı bırakın görmeyi tam tersine DOĞU’ya karşı derin bir işbirliği sözkonusudur. Oluşturdukları G-8 ve G-20 zirvelerinde Rusya, Çin ve Japonya’ya rağmen nasıl bir güç birliği içinde hareket ettiklerini ve gerektiğinde iktisadi, siyasi ve askeri birlikteliklerini tereddütsüz yürüttüklerini çok açık biçimde görüyoruz. <br />
İslam dünyasının siyasi birlikleri darmadağın haldedir. Aslında bu siyasi kaosun esas sebebi islam dünyasının dini yorumlarının ve iktisadi geri kalmışlığının bir sonucudur. Maziyle övünerek varacağımız pek büyük bir hedef yoktur. BATI önce sömürerek sonra da üreterek güç toplamıştır. Hala aynı düzeni sürdürmektedir. <br />
Dindarlık ile kalkınmışlık/üretim eş zamanlı bir grafik göstermiyor maalesef. Çok geliştik diyen islam dünyasının bazı ülkelerindeki durumun aslında BATI’nın ürettiklerini sadece kullanma düzeyiyle yani satın almak suretiyle refahı sağladıkları da göreceli bir kalkınmışlık gösterisidir. <br />
O halde DİN afyon olmadığına ve Allah ve Rasulü (AS) bize geri kalmayı öğütlemediğine göre, sorunun kaynağının Müslümanların kendi geri kalmışlığı olduğunu görmeli ve anlamalıyız. Savaş bölgelerinin islam dünyasının kalbi sayılan coğrafyalar olduğunu ve terör merkezli hareket eden sözde “islami” grupların varolduğu gerçeğini inkar edemeyeceğimize göre o halde BATI’nın islam/yabancı/mülteci düşmanlığını da bilerek daha fazla üretmek ve çalışmak zorunda olduğumuzu artık anlamamız gerekir. Siyasi birliği tesis etmenin yolunun Müslümanların daha fazla üretmesinden ve dayanışma içinde olmasından geçtiğini artık görmek zorundayız. <br />
Geleneksel islami akımların kendilerine çekidüzen vermelerinin zamanı çoktan geldi ve hatta neredeyse geçmektedir. Zalimlerin hiç mi suçu yok deme kolaycılığına düşmeden çok daha ciddi düşünmek ve her anlamda toparlanmak zorundayız.<br />
Bu toparlanmanın öncülüğünü yapma potansiyeline sahip ülkelerin başında şüphesiz Türkiye gelmektedir ama Türkiye’nin zorluklarını hepimiz çok iyi biliyoruz.<br />
Siyasi, iktisadi ve askeri anlamda Türkiye kendi kozasını örmüş ancak bir türlü uçma aşamasına geçememiş bir kelebek gibidir. İnşallah Türkiye bu kozadan çıkarak uçmayı da başaracak bir kelebek olma başarısını gösterme iradesini gösterebilir. <br />
Türkiyeli Müslümanlar FETÖ ve IŞİD tecrübesini de iyi gözlemleyerek duru, temiz, pak, doğru, dayanışmacı, islami ve insani bir islami düşünce ve hareket sistemini inşa edecek siyasi ve iktisadi güce, imkanları bakımından en uygun zamanları yaşamaktadırlar.<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-18670799243052159612016-10-28T18:36:00.000+03:002016-10-28T18:36:00.531+03:00Tarih nereye doğru akıyor? Ülke nereye gidiyor? <br />
Ümmetin hali ne olacak? <br />
İnsanlık neden bu halde? <br />
Tarih boyunca Müslümanlar bu sorulara cevaplar aramış ve bulmuşlardır. Aslında bu soruların hepsine cevap Kitab-ı Kerim’de ve Efendimiz (AS) hayatı boyunca ortaya koyduğu, kıyamete kadar devam edecek örneklikte de var. <br />
Fakat her ne hikmetse biz bu sorulara, ne kendimiz adına ne de ümmet ve insanlık adına yeterli cevabı veremedik. Daha doğrusu ürettiğimiz cevaplar, yanlışlarımız nedeniyle artık insanlara inandırıcı gelmiyor. <br />
Şimdi bu soruları tek tek irdeleyelim. <br />
Ülke nereye gidiyor sorusuna verdiğimiz cevabı politik ortamdan bir miktar uzaklaşarak değerlendirdiğimiz zaman ortaya şöyle bir özet çıkıyor; Türkiye, Suriye ve Irak’ta devam eden iç savaş ve bir takım terör örgütlerinin bölgeye yerleşmiş olması sebebiyle ciddi risklerle karşı karşıya. Öte yandan içerde PKK ve türevleriyle ve DAEŞ’le, halkını öldürmekten kaçınmayan sapkın FETÖ ile mücadele ediyor. Ve bu mücadeleyi kazanmak için ciddi bir hukuki bilek güreşi yapıyor. İçerde ve dışarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tanımlamasıyla “devletin varlığını tehdit eden tehlikelere karşı varolma” mücadelesi veriyor. <br />
Herkesin kafasındaki soru şu; gerçekten böyle mi yoksa biz mi politik olarak durumu abartıyoruz? <br />
Bu sorunun cevabını 15 Temmuz’da yaşadıklarımız ve Türkiye üzerine uluslararası medya ve düşünce kuruluşlarında öne çıkan isimlerin değerlendirmeleri ortaya koymaktadır. Bu süreci doğru bir yöntemle ve içe kapanmadan sağlıklı bir ekonomik/stratejik/siyasi programla aşmamız gerekiyor. <br />
Ümmetin hali ne olacak sorusuna cevap vermek için çok kafa patlamamız lazım. Uluslararası adaletsizliklerden tutun da, Müslümanların kendi içlerinde yaşadığı krizlere kadar üzerinde uzun uzun düşünmemiz gereken o kadar çok konu var ki. İslam coğrafyasındaki zihinsel bölünmüşlük ve kopukluk, birliğinin bozukluğu ve hilafetin ilgası süreciyle, vahdet anlayışının çok uzağına düşmüş haldedir. İşte tüm sebeplerin ortaya çıkardığı sonuç olarak, zihnen ve fiilen işgale uğrayan islam coğrafyaları, etnik/mezhebi çatışmanın ve terörün odağı ve hedefi haline gelmiştir. <br />
Bu halden kurtulmanın yakın vadede bir çaresi var mıdır diye düşündüğümüzde cevabımız çok ama çok zor diyebileceğimiz noktadadır. Müslümanların hilafetin son merkezi olan Türkiye’den beklentilerinin olduğuna dair farklı görüşler var. Bazı Müslüman topluluklar ve gruplar, Türkiye’nin yeniden hilafeti tesis edememiş olsa bile tarihsel sorumluluğu olduğunu dile getirirken, bazı islami gruplar Türkiye’nin islam dünyasına önderlik yapma iddiasının “emperyal” bir düşüncenin ürünü olduğunu ve artık o sürecin son bulduğunu ifade etmektedir. Bağımsız islami çevreler, kimsenin aklına ve önderliğine ihtiyaç kalmadığı, bunun yerine eşit şartlarda müşavere edilmesinin gerekliliğini vurgulamaktalar. İslam dünyasından özellikle Avrupa, İngiltere ve ABD’de yaşayan islami düşünce gruplarında öne çıkan isimler, “demokrasi” merkezli bir düşünce/düzen/rejim sistematiği ile barışık bir önermenin Müslümanlar için yegane reçete olduğunda ısrarcı bir duruş sergilemektedirler. İran Devrimi sonrası tüm dünyada, islami gruplarda beliren “devrimci/ınkılapçı islam” anlayışı tamamen ortadan kalkmış ve İran’ın devrim ihracı sürecinin bir hayal olduğu netleşmiştir. Ki İran şu sıralar ABD ve Avrupa ile yalancı bir baharı inşa etmenin peşindedir. İslam dünyasını şekillendiren üç medeniyet havzasındaki hareketler ve yöneliş, muhtemelen bundan sonra gelişecek yeni dönemin ipuçlarını bize gösterecektir. Bu üç kadim medeniyet havzası, aynı zamanda tüm dünya Müslümanlarının zihinsel yönelimlerine de önderlik edecektir dersek yanılmış olmayız. Bu üç ülke Türkiye, Mısır ve İran’dır. <br />
Her biri zor da olsa kendi başına ayakta durabilme ve bağımsız (görece de olsa) hareket edebilme potansiyelini barındırmaktadır. İslam dünyasındaki düşünce sorunlarının aşılması ve islam coğrafyalarını işgal eden “BATI”nın uygarlık savaşına karşı koyabilme gücü ve iddiası sonuç olarak bu üç ülkenin bulunduğu havzadan ve temsil ettiği medeniyet düşüncesinden neş’et edecektir. <br />
Elbette diğer islam ülkeleri ya da BATI’da yaşayan düşünürlerin/mütefekkirlerin iddiasız olduğunu söylemiyoruz. Ancak devamlılık bu üç kadim havzanın doğal seyrinde mevcut bulunmaktadır. <br />
Hülasa İslam dünyası ya da Müslümanlar, içine düştükleri krizi aşmak için öncelikle kendi aralarında bir masanın etrafında eşitler olarak biraraya gelebilmeli ve konuşabilmelidir. Madem ki, hilafetin yeniden inşası mümkün görünmemektedir, o halde hilafetin şahsı manevisinin temsil edildiği bir “MÜŞAVERE MECLİSİ/BİRLİĞİ” inşa edilmelidir. Bu meclis İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı’nın da üstünde bir meclis olmalıdır. Burada sadece resmi devlet yetkilileri değil, Müslüman toplumların/toplulukların önderleri olan isimler ve düşünür/mütefekkir/alim/fazıl isimlerde olmalıdır. <br />
Belki böylece küresel güçlerin islam coğrafyalarındaki işgallere karşı bir duruş ve Müslümanların kendi içlerinde yaşadıkları mezhebi/etnik çatışmaların en aza indirilmesi mümkün kılınabilir. Bu meclistekiler fetva vermek üzere ya da bir emir/hüküm için biraraya gelmemeli, aslolan müşavere olmalıdır. İslam dünyasının düştüğü zillete bakınız ki, Suriye’de yaşanan büyük krizi aşmak için ABD ve Rusya’nın öncülüğünde toplantılar ve konferanslar yapılmaktadır. Bundan daha büyük bir zillet olabilir mi? Müslümanın canı, kanı, namusu bizzat işgalcinin kendisi olanın hakemliğine emanet edilebilir mi? Şartlar ne olursa olsun, akan kanın durması için Türkiye, İran, Mısır ve Suriye’nin yanlarına Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönem temsilcilerini de alarak bir masa etrafında buluşmaları sorumluluklarının gereğidir. BM’nin bu meseleye çözüm bulma iradesi, daimi üyelerin blokajı sebebiyle mümkün değildir. <br />
Elbette bu görüşümüze, Suriye’de ya da Irak’ta mücadele eden direniş grupları ve onları destekleyenler karşı olacaktır. Bu itirazları yok sayamayız ve görmezden gelemeyiz ama Müslüman coğrafyalarda süren bu ve benzeri savaşların daha fazla bölünmelere ve işgallere sebep olduğunu da, bu direniş gruplarının artık anlaması gerekmektedir. Silahlanmanın bölgede had safhaya vardığını ve bundan en çok memnun olanların, küreselcilerin olduğu ayan beyan ortadadır. Ortadoğu coğrafyasında devam eden bu karışıklığın daha da büyümesi, başta Türkiye olmak üzere, İran, Mısır ve Suudi Arabistan ve körfez ülkerini de kapsayan istikrarsızlıklara yol açması veya bölgesel bir savaşa dönüşmesi ihtimali karşısında tüm Müslümanların, ülkelerin, halkların, toplulukların ve düşünür/mütefekkir/önderlerin yeniden bir durum değerlendirmesi yapması ÜMMETİN MASLAHATI için elzemdir. <br />
Peki dünya nereye gidiyor sorusuna ya da insanlığın nereye doğru yol aldığına ilişkin soruyu nasıl değerlendirmeliyiz ve cevaplamalıyız. <br />
İnsanlık, öncelikle bize Kitab-ı Kerim’de anlatıldığı üzere heva ve hevesinin peşinde, dünyayı kendi mülkü zannederek, gelip geçici bir yurtta Allah’a isyan etmekle meşgul. Tarih boyunca nice toplumların düçar olduğu tüm hastalıklar ve batıl yaşayış/anlayışlar modern anlamda hükmünü icra etmektedir. BATI ya da DOĞU farketmeksizin insanı kendi fıtratından koparan hayat biçimlerini ve düşünce/anlayışları sanki “hakikatin kendisi”ymiş gibi sunarak, teknoloji, silahlanma, doğayı yok etme, nükleer enerji gereksinimi, global para döngüsü ve savaşlarla dünyayı küresel bir tek ülkeye çevirmeye çalışmaktadır. İşin en kötü tarafı ise İlahi buyruğa inanan Müslümanların, bu meydan okumaya ve insanlığın kendisini yok etmeye dönük bu tarihsel meydan okumaya vereceği bir cevabının olmamasıdır. Allah’a karşı isyanın, küfrün, insanlığı esir alan bu kötücül sistematik köleleştirme döngüsüne, kendimiz olarak ne bir cevap üretebiliyoruz ne de insanlığın kurtuluş reçetesi olan islamı insanlığa anlatabiliyoruz. Adaletin, vicdanın, aklın, ahlakın ve toplumların genel anlamda örflerinin “geri” ve “çağdışı” sayıldığı bir yüzyılda, Müslümanların birer “üsve-i hasene” olma güdüsü/motivasyonu neredeyse yok denecek azalmıştır. <br />
İnsanlığı kurtaracak olan şey “ALLAH”a olan yakınlığımız iken, tam tersine bizi, ümmeti ve insanı “ALLAH”tan uzaklaştıran her ne varsa hem insanlığın hem de bizim için baştacı olması vahimdir. <br />
Öngörümüz o dur ki, insanlık bu sözde çağdaş uygarlık sürecinin sonucunda “TOPRAK, SU, HAVA” ihtiyacıyla birlikte fıtratına geri dönecektir. Bu geri dönüş büyük bir yıkım sonucunda mı olacak yoksa tarihin doğal seyri içinde mi olacaktır bilemeyiz, elbette bunu ancak Allah bilir. <br />
Allah, kendisine meydan okuyan toplumların nasıl bir son ile karşılaştıklarını bize Kuran’da haber vermektedir. Bu toplumların yıkılması ve tarih sahnesinden silinmesi mukadderdir. <br />
Bizim vazifemiz Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, başta kendimiz ve ülkemiz olmak üzere, ümmet ve insanlık için daha çok çalışmaktır. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-45465634665375003192016-10-24T16:04:00.000+03:002016-10-24T16:04:22.115+03:00Kıyamet Savaşı ve Mehdiyyet Meselesine dair.Dini grup, fikir yahut cemaatlerden bir kısmının, yaşanan düzensizlik, kaos nedeniyle Kıyamet Savaşının ve Hz. Mehdi'nin gelişine ya da geldiğine dair inanışlarının kuvvetlendiğini açıkça beyan ettiklerine şahit oluyoruz. <br />
Irak'ta ve Suriye'de yaşanan ve diğer İslam coğrafyalarındaki karışıklıkların bazı hadislerde belirtilen Hz.Mehdi'nin geleceği belirtilen işaretlere/alametlere tekabül ettiğini düşünen çevremizde insanlar olduğunun hepimiz farkındayız. <br />
Dün Mahmut Erol Kılıç Hoca'nın Star Gazetesi'nde yayımlanan röportajında da aynı konu işlenmiş ve Mahmut Hoca'da sağolsun gereğince, çok fazla detaya girmeden cevaplamış. <br />
Bizler İslam Dünyasının büyük çoğunluğuna tekabül eden itikadi ve ameli grubu olan Ehli Sünnet ya da Selefi Salihinin takipçileri olan makul çoğunluğun bulunduğu gruptaki müslümanlardanız. <br />
Bir kısım Evangelist ve Mehdiyi Muntazar taraftarının, büyük kaosçu ve büyük kurtarıcı, Mesihçi/Mehdici inanışlara kapılmamak gerekir. <br />
Bu türden inanç sahiplerinin vahyi ve aklı bir kenara iterek, itikadi ve ameli sapmalara düştükleri tarihi tecrübelerle de ve yeni dönemlerde de net olarak ortadadır. <br />
Aslolan kıyameti ya da Hz.Mehdi'yi beklemek değil, itikat ve amel bakımından Allah ve Rasülünün buyruğuna tabi olmaktır. <br />
Bazı tarikat çevrelerinin tabi oldukları kişileri uçurup kaçırmalarına da aldanmamak lazımdır. <br />
Aslolan uçmak, kaçmak ve keramet sahibi olmak değil, Kuran'a tabi olmak ve Onun Rasülüne muhabbetle uymaktır. <br />
Kuru şekilcilikten, kaba sofuluktan, ahmak Mesihçilerden ve Mehdicilerden, Vahiy, Sünneti Rasulillah ve akıl süzgecinden geçmeyen "istidraci, hurufi ve gizli ilim" denilen anlayışlarından uzak durmalıyız. <br />
Tarih boyunca bu türden menfi kullanıma müsait ve istismara açık tecessüsler İslam alemine büyük zararlar vermiştir. <br />
Esas ve özü bir kenara bırakıp, bu bunalımı nasıl aşabiliriz kısmına kafa yormak yerine, şifreler, hurufi sapmalar, mehdicilik, mesihçilik hastalığına tutulanlara şifa dilemekten başka yapacak bir şey yoktur. <br />
Sıradan tarihsel ve güncel meseleleri sanki Allah'ın takdir buyurmasından öte anlamlar yükleyerek, Efendimiz (SAV)’in, Sahabesinin ve sonraki salih toplulukların yapmadığı şekilde, kafa yormak ve patlatmak neye ve kime hizmet eder, iyi düşünmek gerek. <br />
Kuran ve Sünnet apaçık bir nur gibi bize yol gösterirken, kişilerin veya grupların sapmalarının peşinden koşmak bizi daha fazla yanlışa götürmekten başka bir işe yaramaz. <br />
Hangi cemaat(sahih anlamıyla)/tarikat/mezhep/meşrep/topluluktan olursanız olun, <br />
önce VAHYİ VE ONUN EN GÜZEL UYGULAYICISI HZ. MUHAMMED (AS)'ı ve ona tabi olan neslin ve geleneğin uygulamalarını esas alın. <br />
Kenarda, köşede sonradan türedi yozlaşmış din/mezhep/itikat/cemaaat/tarikat sapmalarından uzak olmak fitneden uzak durmak anlamı taşır.<br />
Yüzyıllardır devam eden mektebi irfan diye adlandıracağımız Tarikat ve Tasavvuf ehlinin ve mensuplarının da bu bahse konu meseleye ferasetle yaklaşması icap eder. <br />
Kimi yanlış uygulamalar ve örnekler sebebiyle irfan mektebi mensupları da, kendilerinin karalanmasına sebep olacak anlayış, görünüş ve işlerden uzak durmalıdır.<br />
Toplumun anlamakta zorlandığı kavramların, tanımlamaların ve tartışmaların, ortalama din bilgisine sahip makul çoğunluğun inanç dünyasını sarsacak şekilde ekranlarda sıradan bir mevzu gibi tartışılmasına ve anlaşılmasının daha da zorlaşmasına, popülerlik adına hizmet edenler hepimize kötülük ediyorlar. <br />
Yanlışı düzeltmek için konuşan bazılarının, başka yeni yanlışlara kapı araladığı gün gibi açıktır. <br />
Ortada bizi ve tüm dünyayı ilgilendiren iki kötü örnek üzerinden binlerce mümin terörist algısına dahil edilmiştir.<br />
Türkiye özelinde FETO ve global anlamda IŞİD ciddi tartışmaların odağındadır. <br />
Her iki sapmanın da aşırı yorumlamalardan kaynaklandığı ve bazı derin büyük güçlerle işbirliği içinde olduğu aşikardır. <br />
Bu iki örgütlenmenin ümmete ve millete uzun vadede yaptıkları tahribatı tamir etmek epey zor olacaktır. <br />
Bütün bu zorluklarımızı iyi düşünmek ve toparlanmak zorundayız. <br />
Sağlam bir itikadi anlayış, salih amel, hakkı ve sabrı kuşanan ve tavsiye edenlerle birlikte, makul çoğunluğun tarafında yer alarak ilerlemek, ümmetin ve milletin maslahatına olacaktır, Vesselam. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-44598693492288538162016-09-21T16:02:00.006+03:002016-09-21T16:12:09.523+03:00İstanbul'dan Edirne'ye<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYX7LJ8nRJDW_I1tUGs6m8021TngPhiZbE7QZ7e-VE3IrIQ-VDGB4J7kXj-r1ERhZa5mFiossY68oaVDQWYi4Pp10HKA-iffPBlXHBa3C4hzx8NOSCa6gvwUjq72gGIcnKT7NnGZLaGxM/s1600/IMG_1258+%25281%2529.JPG" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYX7LJ8nRJDW_I1tUGs6m8021TngPhiZbE7QZ7e-VE3IrIQ-VDGB4J7kXj-r1ERhZa5mFiossY68oaVDQWYi4Pp10HKA-iffPBlXHBa3C4hzx8NOSCa6gvwUjq72gGIcnKT7NnGZLaGxM/s320/IMG_1258+%25281%2529.JPG" width="320" height="180" /></a><br />
<br />
Ben İstanbul’u severim, İstanbul beni.<br />
İstanbul’a hep bir sevgili gibi bakmışımdır.<br />
Neden bağlıyımdır bilemem İstanbul’a.<br />
İstanbul’da can vardır. İstanbul’da hayat hiç durmaz. Durdurmak istediğinizde, sizi de içine alıp devam eder hayat. <br />
Zaman akar gider, ezanlar insanın sinesine vurur. Ezanların beş vakit okunduğunu hep duyumsatır size. <br />
Şehri İstanbul’a muhabbetle bağlıyımdır ben.<br />
Bayram vesilesiyle tatil yapamadık belki ama bir günlük Edirne seyahati ile çok şey gördük, yaşadık, öğrendik ve hatta dinlendik. <br />
Edirne Osmanlı’ya başkentlik yapmış, tarih kokan güzel bir şehir. Osmanlı Selimiye Camii ile mührünü vurmuş şehre. <br />
Neredeyse Edirne’nin dört bir tarafından görünen Selimiye, Mimar Sinan’ın göğe kurduğu kubbesiyle muhteşem bir eser. O ihtişama yaraşır inceliklerle tezyin etmiş Selimiye’nin her karesini ulu Mimar.<br />
Selimiye civarında durup, şöyle dört bir tarafınıza bir bakın. <br />
Şehrin kuruluş mantığına hayran kalacaksınız. <br />
Yolların her biri Selimiye’ye çıkıyor ve orada toplanıyor, sanki Merkez Efendi Hazretleri’nin buyurduğu gibi.<br />
Eski Camii’yi görmeyi çok arzu ederdim, fakat bir türlü görememiştim, kısmet bir kurban bayramı gününe imiş. <br />
Her bir taşına, levhasına, endamına bakıp hasretimi giderdim. Maneviyatını içime çeke çeke gönlümü eğlendirdim. Rivayet olunur ki, Hızır Aleyhisselam’ın makamlarından biride Eski Camii’dedir. <br />
Bursa Ulu Camii gibi Hızır’ı bekler Eski Camii Aşıkanları. <br />
Üç Şerefeli Camii’nin her biri bir başka mimari üslupla tezyin edilmiş minareleri ve cami içinde kubbe ferahlığı, insana faniliğini hatırlatan aydınlık sadeliği de görülmeye değer. Mahzun olan Muradiye Camii’ne de vardık elbette. <br />
Esmer kardeşlerimizle saf tuttuk, ikindi vaktinde.<br />
Şaheser çinileri çalınmış, ilgi bekliyor Muradiye Camii, Selimiye yanındaki tepede. <br />
Osmanlı’nın Balkanlara sefere çıkarken ordusunu hazırladığı ovaya doğru baktım kuzey batı kapısından. <br />
Sanki Sultan oradan gece ordusunu seyreyler de nice fethin hayalini kurarmış gibi bir yerde Muradiye Camii. <br />
Bir süre Mevlevihane olarak vazife ifa etmiş Muradiye Camii ama şimdilerde epeyce mahzun ve ilgiye muhtaç.<br />
Edirne’nin sizi saran güzel bir havası var. Çarşıları, bedestenleri ile bize kim olduğumuzu hatırlatan bir tarihi anıt gibi. <br />
Bu yaşa gelip Edirne’yi bu kadar geç ziyaret ettiğime hayıflandım yol boyunca. <br />
Edirne’ye vardığımızda önce ilk ziyaretimizi Hasan Sezai Hazretleri’nin makamına yaptık. Edirne’nin manevi sahiplerinden Hasan Sezai Hazretleri’nin şüphesiz tasarrufu devam ediyor sevenleri üzerinde. <br />
Türbesi ve çevresinde yapılan düzenlemelerle bir manevi bahçe olmuş hamdolsun. Türbenin yanı başındaki mescid, ahşap iç dizaynı ve orjinaline yakın restorayonuyla gayet şık olmuş. <br />
Şadırvanı, mescidi, haziresi ile Hasan Sezai Hazretleri’ne yakışır bir manevi ortam vücut bulmuş, şükürler olsun ki. <br />
Hasan Sezai Hazretleri kimdir diye düşünene de azıcık araştırma tavsiyesinde bulunalım. Belki bir başka vesileyle Hazreti sizlere bildiğimiz kadarıyla anlatırız nasipse. <br />
Yol olurda “refik” olmaz mı? <br />
O da güzeldi ve tamdı. Hele yola çıktıklarınız, “yolda” sizden önde olunca bir başka güzel oluyor, ehline malumdur. İstanbul ve Edirne, tıpkı İstanbul ve Bursa gibidir artık benim için. <br />
Edirne’ye geç varışımda da herhalde bir başka sebebi hikmet vardır. Muhtemelen Edirne’ye ilk bu “refiklerle” varmamız takdir edilmiş ki, böyle olmasından ve gerçekleşmesinden dolayı ayrıca şükrediyorum. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-83727413696266010612016-09-21T16:02:00.003+03:002016-09-21T16:11:32.965+03:00İstanbul'dan Edirne'ye<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYX7LJ8nRJDW_I1tUGs6m8021TngPhiZbE7QZ7e-VE3IrIQ-VDGB4J7kXj-r1ERhZa5mFiossY68oaVDQWYi4Pp10HKA-iffPBlXHBa3C4hzx8NOSCa6gvwUjq72gGIcnKT7NnGZLaGxM/s1600/IMG_1258+%25281%2529.JPG" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYX7LJ8nRJDW_I1tUGs6m8021TngPhiZbE7QZ7e-VE3IrIQ-VDGB4J7kXj-r1ERhZa5mFiossY68oaVDQWYi4Pp10HKA-iffPBlXHBa3C4hzx8NOSCa6gvwUjq72gGIcnKT7NnGZLaGxM/s320/IMG_1258+%25281%2529.JPG" width="320" height="180" /></a>Ben İstanbul’u severim, İstanbul beni.<br />
İstanbul’a hep bir sevgili gibi bakmışımdır.<br />
Neden bağlıyımdır bilemem İstanbul’a.<br />
İstanbul’da can vardır. İstanbul’da hayat hiç durmaz. Durdurmak istediğinizde, sizi de içine alıp devam eder hayat. <br />
Zaman akar gider, ezanlar insanın sinesine vurur. Ezanların beş vakit okunduğunu hep duyumsatır size. <br />
Şehri İstanbul’a muhabbetle bağlıyımdır ben.<br />
Bayram vesilesiyle tatil yapamadık belki ama bir günlük Edirne seyahati ile çok şey gördük, yaşadık, öğrendik ve hatta dinlendik. <br />
Edirne Osmanlı’ya başkentlik yapmış, tarih kokan güzel bir şehir. Osmanlı Selimiye Camii ile mührünü vurmuş şehre. <br />
Neredeyse Edirne’nin dört bir tarafından görünen Selimiye, Mimar Sinan’ın göğe kurduğu kubbesiyle muhteşem bir eser. O ihtişama yaraşır inceliklerle tezyin etmiş Selimiye’nin her karesini ulu Mimar.<br />
Selimiye civarında durup, şöyle dört bir tarafınıza bir bakın. <br />
Şehrin kuruluş mantığına hayran kalacaksınız. <br />
Yolların her biri Selimiye’ye çıkıyor ve orada toplanıyor, sanki Merkez Efendi Hazretleri’nin buyurduğu gibi.<br />
Eski Camii’yi görmeyi çok arzu ederdim, fakat bir türlü görememiştim, kısmet bir kurban bayramı gününe imiş. <br />
Her bir taşına, levhasına, endamına bakıp hasretimi giderdim. Maneviyatını içime çeke çeke gönlümü eğlendirdim. Rivayet olunur ki, Hızır Aleyhisselam’ın makamlarından biride Eski Camii’dedir. <br />
Bursa Ulu Camii gibi Hızır’ı bekler Eski Camii Aşıkanları. <br />
Üç Şerefeli Camii’nin her biri bir başka mimari üslupla tezyin edilmiş minareleri ve cami içinde kubbe ferahlığı, insana faniliğini hatırlatan aydınlık sadeliği de görülmeye değer. Mahzun olan Muradiye Camii’ne de vardık elbette. <br />
Esmer kardeşlerimizle saf tuttuk, ikindi vaktinde.<br />
Şaheser çinileri çalınmış, ilgi bekliyor Muradiye Camii, Selimiye yanındaki tepede. <br />
Osmanlı’nın Balkanlara sefere çıkarken ordusunu hazırladığı ovaya doğru baktım kuzey batı kapısından. <br />
Sanki Sultan oradan gece ordusunu seyreyler de nice fethin hayalini kurarmış gibi bir yerde Muradiye Camii. <br />
Bir süre Mevlevihane olarak vazife ifa etmiş Muradiye Camii ama şimdilerde epeyce mahzun ve ilgiye muhtaç.<br />
Edirne’nin sizi saran güzel bir havası var. Çarşıları, bedestenleri ile bize kim olduğumuzu hatırlatan bir tarihi anıt gibi. <br />
Bu yaşa gelip Edirne’yi bu kadar geç ziyaret ettiğime hayıflandım yol boyunca. <br />
Edirne’ye vardığımızda önce ilk ziyaretimizi Hasan Sezai Hazretleri’nin makamına yaptık. Edirne’nin manevi sahiplerinden Hasan Sezai Hazretleri’nin şüphesiz tasarrufu devam ediyor sevenleri üzerinde. <br />
Türbesi ve çevresinde yapılan düzenlemelerle bir manevi bahçe olmuş hamdolsun. Türbenin yanı başındaki mescid, ahşap iç dizaynı ve orjinaline yakın restorayonuyla gayet şık olmuş. <br />
Şadırvanı, mescidi, haziresi ile Hasan Sezai Hazretleri’ne yakışır bir manevi ortam vücut bulmuş, şükürler olsun ki. <br />
Hasan Sezai Hazretleri kimdir diye düşünene de azıcık araştırma tavsiyesinde bulunalım. Belki bir başka vesileyle Hazreti sizlere bildiğimiz kadarıyla anlatırız nasipse. <br />
Yol olurda “refik” olmaz mı? <br />
O da güzeldi ve tamdı. Hele yola çıktıklarınız, “yolda” sizden önde olunca bir başka güzel oluyor, ehline malumdur. İstanbul ve Edirne, tıpkı İstanbul ve Bursa gibidir artık benim için. <br />
Edirne’ye geç varışımda da herhalde bir başka sebebi hikmet vardır. Muhtemelen Edirne’ye ilk bu “refiklerle” varmamız takdir edilmiş ki, böyle olmasından ve gerçekleşmesinden dolayı ayrıca şükrediyorum. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-12154688876538827662016-05-25T15:10:00.000+03:002016-05-25T15:11:04.904+03:00Nadan ne bilir“<b>Nadanlar dengini, Arifler kendini arar”</b><br />
<b>“Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz. Divanelerin hemdemi divane gerektir.”</b><br />
Şu söz dahi ne çok anlatır kişiye.<br />
Bizim Yunus ise şöyle buyurmuş; <br />
<b>“Çıktım erik dalına anda yedim üzümü,<br />
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu”</b><br />
İmdi dosta şunu ikrar lazım gelir. Biz nadan idik erenler tuttu çekti bizi, eğer tutmaz iseler, arifler meclisinden kovulası olunur. <br />
Cahil ile oturup sohbet etmek ve onunla hemhal olmak hem aşk bakımından hem hal bakımından çürüyen bir meyvenin aynı sepetteki diğer meyveleri de çürütmesine benzer. Taze iken güzel olan, yol almayıp durdukça çürümeye durur. O yüzdendir ki, yol varsa yolcu yolda gerek. Yolcuyum der durursun madem o halde al sırtına terkini geç bu heva köprüsünden de yola gir ey yolcu. <br />
<b>Duyar inilersin, yürüyüp çabalarsın<br />
Sen bu bahre dalmaz isen<br />
Ne diye övünürsün.<br />
</b>ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-86261417304190479632016-04-13T17:10:00.000+03:002016-04-13T17:10:56.079+03:00Mostar, Sarı Saltuk ve Alperen (Balakay) TekkesiSaraybosna’ya daha önce bir günlük bir program için gitmiştik. <br />
Saraybosna’nın çarşısını kısa da olsa hızlıca gezmiş, sonrasında Aliya’ya bir fatiha imkanı bulmuştuk. <br />
Fakat Mostar’a varamamış idik. <br />
Nasip oldu ve bir başka vesileyle kısa da olsa Mostar’a vasıl olduk. <br />
İyi ki de olmuşuz. <br />
Mostar’ın tarihi köprüsünü ve diğer mekanlarını yine kısa bir zaman diliminde görme imkanına kavuştuk hamdolsun. <br />
Mostar Köprüsü ve çarşısı bizi temsil etmeyi sürdürüyor. Çarşısı ve çevre yapıları da öyle. Güzel bir şehir Mostar. <br />
Hilal ile Haç’ın apaçık mücadelesi görünür bir şekilde kendini gösteriyor. Hırvat ve Boşnaklar’ın her alanda birbirilerine karşı dikkatli ve içten içe mücadele ettiklerini müşahede ediyorsunuz Mostar’da. <br />
Muhtemelen belki nesiller boyu bu mücadele devam edecektir. Belki de kıyamete kadar. <br />
Esas üzerinde kelam etmek istediğim Mostar’da bulunan, şehrin dışına doğru gidince sizi bulan Balakay (Alperen) Tekkesi’dir. <br />
Muhteşem bir kayalığın tam içine doğru kurulmuş bu Tekke’nin kurucusunun Sarı Saltuk isimli Alperen dervişidir diye rivayet olunmuş.<br />
Sarı Saltuk efsane bir Alperen dervişidir. Başka yerlerde de onun olduğu varsayılan kabirleri mevcuttur.<br />
Sarı Saltuk’un kabri esas nerededir bilinmez, ehline malumdur elbette.<br />
Fakat bizim için Aziz olan şey onun kabrinin ya da naaşının bir yerde bulunması değildir elbette. <br />
Aziz olan şey, Sarı Saltuk’un kurduğu ve hala geleneği yaşatılan Alperenler Tekkesi’nin maneviyatıdır. <br />
Nasıl ki, ruh ve bedenin imtizacı ile insan olunur ise zahirin ve batının resmedildiği muhteşem Alperenler Tekkesi çok büyük hatıraları özünde sırlamıştır. <br />
Kadiri, Bektaşi, Nakşi, Halveti ve hatta Rufai dervişlerinin buluşma noktası olmuş olan Alperenler Tekkesi pek güzel bir sadelik ve ruh ile sizi içine alıp başka bir alemi hatırlatır durur size. <br />
Erişilebilecek zirveninde sonunda da esas olunması gereken halin Hakk’la birlikte üzere olmak olduğunu anlatıyor bize. <br />
Zahiren tüm doğal güzelliği arz-ı endam eden Alperen Tekkesi ille de Hakk’ı anmayı hatırlatan bir elbise giymiş üzerine. <br />
Bakınca “Allah”ı anmak vacib oluyor dile neredeyse. <br />
Muhteşem dememek mümkün mü o hale.<br />
Hakk aşıkları her hal üzere ve şartta elbette Hakk’a vasıl olmak çabasındadır amma bu muhteşem atmosfer pek kolay ediyor ruhunu insanın Hakk’ı anmaya.<br />
Öyle manevi bereket üzere kurulmuş bir Tekke.<br />
Sarı Saltuklar’ın ve cümle Aşıkan’ın ruhu aziz ola. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-33789910492919288782015-08-29T14:47:00.001+03:002015-08-29T14:47:36.419+03:00Etmeyin Reis bey! <br />
Siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz...<br />
Siz merhametten, acıma duygusundan, yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. <br />
Yerine göre haklısınız.. <br />
Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz. <br />
Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden.. <br />
Reis Bey! <br />
Mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim, Allah sizi de arındırsın..." <br />
(İDAMLIK GENÇ)<br />
<br />
bunu buraya dercediyorum.<br />
çünkü kendimden, insanlığımdan ve müslümanlığımdan utanır oldum. <br />
dünya hayatının oyun ve eğlenceden olduğunu bile bile göz yumduğum ve ses çıkarmadığım tüm günahlarımdan sorumluyum. <br />
iyi bir insan, iyi bir mümin ve iyi bir kardeş olamadım yeryüzünde. <br />
içime doğru akan gözyaşının artık bir kıymeti yok. <br />
dışa doğru ne söylediğimizin ve nasıl davrandığımızın kıymeti var. <br />
elimi, kolumu, dilimi bağladım. <br />
bunca toğyana her isyan etmeye kalkışlarında sadece duaya ve bir köşeye saklanmaya müsaade ediyorum ki o yüzden büyük günah işliyorum. <br />
mümince, insanca ayakta kalabilmeyi çok isterdim. <br />
ama olmadı. <br />
teslimiyet halkası benimde boynumda. <br />
nereye kadar çekecek bilmiyorum. <br />
içimdeki yangın ve isyan ateşine su dökmekten yorgun düştüm. <br />
dişlerimi sıkmaktan beynim ağrıyor. <br />
belki de bir süre sonra kırılacak tüm testi. <br />
buna ne kadar dayanabileceğimi artık ben bile bilmiyorum. <br />
insanlardan, mazlumlardan, mağdurlardan, mültecilerden ve Rabbimden özür diliyorum. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-32574246769928432862015-01-24T14:17:00.000+02:002015-01-24T14:17:08.066+02:00saatleri tamir etme vakti geldi, geçmemeliEpeydir yazmıyorum farkındayım. <br />
Yazmak için yeterince kafa ve gönül konforum yok belki de. <br />
Yaşamanın zorluk ve güzellikleri ile daha bir başbaşayım artık. <br />
“yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir” dediği gibi şairin hayat belki de benden öcalıyor olabilir. <br />
“acı çekmek ruhun fiyakasıdır” rahatlığındayım belki de. <br />
Dedim ya çok şey görüp, yaşayıp konuşmamak gibi bir zorluğun huzurunu yaşıyorum. <br />
“Aman be sen de ne gördün ki” diye düşünenlere de hak vermiyor değilim elbette. <br />
Keyfim gıcır, atlas libaslar içindeyim, doğrudur. <br />
En çokta kendimi özlüyorum belki de. <br />
Kendin gibi olabilmek güzel şeymiş, yaşadım ve bildim bir kez daha. <br />
Neyse söylemek ve yazmak istediğim bunlar değil aslında. <br />
Esas konuya gireyim.<br />
Bir zamandır okuduklarım, yaşadıklarım ve gördüklerimden sonra bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. <br />
Şöyle ki; <br />
Bu vatan toprağı mühim bir güce sahip. Bizim çok önemsemek istemediğimiz ya da önemsediğimiz ve farkında olduğumuzda üzerimize yüklediği ağır sorumluluğu kaldıramadığımız için kaçtığımız bir şey bu. <br />
Bizim çabalayarak elde ettiğimizin çok ötesinde bir şey. <br />
Bizden öncekilerin mirası ve bizden sonrakilerin devralacağı bir şey. <br />
Bizden öncekilerin dokunduğu her coğrafyaya gittiğinizde buna şahitlik ediyorsunuz. Avrupa içlerindeki Makedonya’dan, Orta Asya’daki Kırgızistan’a ve Afrika’nın kuzeyindeki Fas’a kadar buna bizzat şahitlik ettim. <br />
Bunun emperyal bir yanı da yok üstelik. <br />
Bir duygudaşlık ve ortak gelecek inşa etme kaygısı var bunun içinde. <br />
Bir “ağabey, kardeş, yol arkadaşı” olarak görüyorlar bizi. Elbette düşman olarak görenlerde yok değil kendine yabancılaşmış olan eski dostlarımız arasında. <br />
Hatalarımıza rağmen bizi hala seviyorlar. Ayağa kalktığımızda yanımızda olacaklarına dair umutlarını hiç kaybetmemişler. Kendi ülkelerindeki yönetimlerin ne olduğuna bakmaksızın o coğrafyalardaki halkların yüzü bize dönük hala. <br />
Türkiye’de ne oluyor, Türkiye ne yapıyor diye bakıyorlar. En sindirilmiş akrabalarımız, kardeşlerimiz bile, yüzünü dönemiyor belki ama “hala umudumuz sizde” diyor sözünün bir yerinde. <br />
Gerçekten ağır bir yük ve sorumluluk var omuzlarımızda. <br />
Bu yüzden sadece kendimizi düşünemeyiz. <br />
Bunun siyasi iktidarda bizim olmamız ya da olmamamızla da doğrudan bir ilişkisi yok. Türkiye’de doğru ve yakın bildikleri ile iletişimde olmak ve müşavere etmek, dayanışmak istiyorlar sadece. <br />
Siyasi iktidar işleri kolaylaştırıcı bir işleve sahip elbette ama mesele devlet protokollerinin ötesinde onları anlamak ve dayanışmakla gerçekten karşılığını buluyor ve daha anlamlı hale geliyor. <br />
Bizim burada kendimize sorun ettiğimiz şeylerin onların nazarında bir karşılığı yok. Enerjimizi tükettiğimiz konuların çoğundan haberleri bile yok. Daha geniş bir pencereden bakıyorlar Türkiye’ye. <br />
Türkiye onlar için gece ışığına bakarak yol aldıkları bir yıldız gibi. <br />
Işığımızın güçlü olduklarına inanıyorlar ve daha da güçlenmesi için dua ediyorlar. Aslında güneş gibi olmamızı bekliyorlar. Karanlık çağı aydınlatan bir güneş ülke olmamızı. <br />
Biz ise kendimizi bulutlu ve sisli bir havaya mahkum etmek için çabalıyoruz her nedense. <br />
Küçük süfli hesaplar ve dünyanın az bir metaına ram olmak için boşa çabalayanların oluşturduğu sorunlarla boğuşup duruyoruz. <br />
Güzel ve iyi ameller serdetmek için önceliğin iyi imkanlara kavuşmak olduğu yalanıyla kendimizi avutuyoruz. Ortalama olan hiçbir şeye razı olmuyor nefislerimiz. <br />
Argo tabirle tatava yapıp duruyoruz. <br />
Peki ne zaman sonlandıracağız bu tatavayı, yetmedi mi bu kadar imkan ve zaman!<br />
Varolan imkanları nasıl değerlendirdiğimize dair bir muhasebeyi ne zaman yapacağız? <br />
Allah mühlet verir, ihmal etmez bilmek lazım. <br />
Elimizde bulunan dünyevi ve uhrevi nimetlere karşı isyan ve tuğyan hali genel bir ahlaka dönüşürse bu hepimiz için ve yüzünü bize dönmüş akrabalarımız ve kardeşlerimiz içinde büyük hayalkırıklığı olur. <br />
Bozuk işleyen saatleri tamir etme vakti gelmiştir, geçmemeli. <br />
Hepimizin bulunduğu her hal üzere kendini ikmal etmeye, tamir etmeye ve sadece bir birey olarak değil bir “topluluk, cemaat, ümmet” bilinciyle hareket etme özenini göstermeye ihtiyacı var. <br />
Rabbimizin Kitab-ı Kerim’de buyurduğu gibi şöyle müminler olma gayretinden vazgeçmemeliyiz; <br />
“Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O'na döneceklerini bilirler”<br />
“Onlar ki, namazı gereği gibi kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yoluna harcarlar.”<br />
“De ki: "Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.”<br />
“Kim de ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.”<br />
“Müminler, ahzabı (düşman birliklerini) gördükleri zaman: "İşte bu, Allah'ın ve Resulü'nün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söyledi." dediler. Bu onların imanını ve teslimiyetini artırmaktan başka bir şey yapmadı.”<br />
“Sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için melekleri ile birlikte üzerinize rahmet ve bereket indiren O'dur ve O, müminlere çok merhametlidir.”<br />
“Müminlere müjdele! Onlara Allah'tan bir mükafat vardır...”<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-48155910752208307682014-07-27T16:48:00.001+03:002014-07-27T16:48:32.530+03:00Toprak, bereket, teslimiyet ve GazzeToprak, bereket, teslimiyet ve Gazze<br />
- Efendim bu topraklar eskiden çok bereketli topraklardı. <br />
- Peki şimdi değil mi evladım, neden öyle söyledin? <br />
- Efendim yine mahsül veriyor ama tadı yok. <br />
- Nasıl yani evladım? <br />
- Yani yine çok çok mahsül alıyoruz ama kalitesi, tadı eskisi gibi değil. <br />
- Evladım, siz öyle zannediyor olmayasınız. <br />
- Hayır Efendim hayır. Eğer biz yanılıyor olsaydık ve toprak eskisi gibi olsaydı, İsrail Gazze’ye bomba yağdıramazdı ve bu kadar cesur olamazlardı. <br />
- Allah Allah evladım, toprağın mahsülünden nasıl o meseleye geçtin öyle. <br />
- Efendim çok düşündüm neden böyle oluyor, neden imtihanımız bu kadar ağır ve çetin geçiyor diye? Tıpkı toprağın çok mahsül vermesine rağmen lezzetinin ve bereketinin olmayışı gibi bizde de her türlü imkan var ama hiçbir yaraya merhem olamıyoruz. O halde sorun bizde galiba.<br />
- Evladım eğer durum dediğin gibi ise, bir süre toprağı ekmemek ve dinlendirmek lazım. Diğer hususa gelince kanaatim odur ki; Çok takip edemiyorum ama okuduklarımdan ve duyduklarımdan anladığım kadarıyla, İsrail çok kardeşimizi şehid etmiş. Ve sende diyorsun ki biz bozuk olmasaydık İsrail bu işleri böyle kolay yapmazdı. Belki de haklısın ama unutma ki; O toprakların bu hale gelmesinde elbette hepimizin büyük sorumluluğu olsa da asıl sorumluluk o topraklarda yaşayan müminlerdedir. Mescidi Aksa elbette bizim için önemlidir, mühimdir, imani bir meseledir. Hatta Yahudi ve Hristiyanlar içinde öyledir. Fakat bizim kendilerine emanet ettiğimiz toprakları “VATAN” gibi göremeyerek gaflete düşenlerinde birinci derece de bu mesele de sorumluluğu vardır. Yani şimdi zulme başkaldıracaksın buradan ama Allah ancak gücünün yettiğinden seni sorumlu tutacaktır. O yüzden zulme karşı sesini yükselt tabii fakat kendini suçlamaktan vazgeç. <br />
Toprak bazen az verir ama bereketiyle çoğaltır. Bazen de çok verir ama dediğin gibi eskisi gibi lezzetli olmaz. <br />
Veren de, alan da, bereketlendiren de, eksilten de O. <br />
Öyleyse sen sürekli sorgulama makamında durmaktan vazgeç ve aşağıya in makamdan. Zordur orada ayakta durmak. <br />
Bu iniş ve çıkışlar, insanlık ve peygamberler tarihi boyunca yaşandı. Efendimiz (AS)’ın bile kısa ömründe ne zor imtihanlarla karşılaştığını okuyup bildikten sonra “neden böyle oluyor” diye feryat ederek aşırıya kaçmak “isyan” olur. <br />
O halde bize düşen sorumluluğumuzun gereği olanı yapmaktır, feryad-ı figan etmekle hallolacak bir dert ve aşılacak yol yoktur. <br />
- Eyvallah Efendim mesele anlaşılmıştır. Allah razı olsun, gönlümü ferahlattınız. Çok darlanmıştım neredeyse isyan noktasındaymışım belki de. <br />
- Aman evladım, dikkat etmek lazım. Hikmet ve Kader arasında çok ince bir yol vardır. O yolda yürüyebilmek için yolu aydınlatacak el feneri mesabesinde “tevekkül-teslimiyyet-rıza” ehli olmak lazım gelir. <br />
- Eyvallah Efendim eyvallah. <br />
- Hadi şimdi Meryem Suresi’ni aç da bir miktar oku hem dinleyelim, hem anlayalım. <br />
- Peki Efendim peki. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-32594803258708279682014-04-04T16:38:00.001+03:002014-04-04T16:38:34.997+03:00Şimdi sadece...Kötümserdim. <br />
Hayata karşı kötümser olmalıyım düşünürdüm. Genelde kötümser olduğumu düşünürdü insanlar eskiden beri. Oysa ben fazlasıyla iyimserdim. İyimser olmasaydım halime bakıp kaygıdan ölebilirdim aslında. Belki ölmezdim ama yataklara düşebilirdim hastalıktan. <br />
Oysa fazlasıyla kaygılı olmak bir bakıma teslimiyete isyan etmekti benim için. <br />
Şimdiler de fazlasıyla kaderci buluyor dostlarım beni. Olan bitene bakıp hiç endişe taşımıyor olmam sebebiyle kaderci olmuştum. <br />
Gücüm bu kadarına yetti, yetiyor. <br />
Her şeyi düşünerek ve kaygı duyarak sadece kendimi paralamışım meğer. Sorumluluk hissi ile gücümün yettiğini yapabilme arasındaki dengeyi kurmak gerektiğini artık daha iyi anlıyorum. O, şu, bu vs her şey hakkında fikir sahibi olmak ve bilmek zorunda değilim. Gündelik bilgi çöplüğü olan zihnimi tortulardan temizlemek gerektiğini anladığımda 40 yaşıma ramak kalmıştı. <br />
Bunu anlamak 40 yılıma sebep oldu. <br />
Ortaokul yıllarımdan beri omzumda taşıdığını sandığım “dava” yükünü, davasız adamlardan kurtarmanın vakti geldi dedim kendimce. Kendimi ve davayı bu adamlardan kurtarmalıydım. Dava diye diye üstlendiğimi zannettiğim ağır yükün altında ezilerek büyüdüm ben. <br />
Şimdi davasız bir adam mı oldum peki!<br />
Hayır!<br />
Dava dediğim şeyin ya da zannettiğimiz şeyin daha iyimser bir tavırla daha rahat taşıyabileceğimi anladım sadece. <br />
Artık sadece günahlarıma ağlıyorum. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-41082054087390755792014-03-04T16:12:00.000+02:002014-03-04T16:42:10.178+02:00Gönlüme üşüşen şeyler<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-Enp-Jqw_mjprh5AAiAe_l9DzZOCRRP89fXFiOu6edEntaJdrkZlB69TLV7pU7AGU7PWdh2ExXQCgeJvxwspHsRkHxGENXzVOmeqie5GY4hHS5_4hodrW4bpi3NgBBAK3FBzdHDfftBs/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-Enp-Jqw_mjprh5AAiAe_l9DzZOCRRP89fXFiOu6edEntaJdrkZlB69TLV7pU7AGU7PWdh2ExXQCgeJvxwspHsRkHxGENXzVOmeqie5GY4hHS5_4hodrW4bpi3NgBBAK3FBzdHDfftBs/s320/images.jpg" /></a></div><br />
Aslında hepimiz birer “HİÇ”iz. <br />
Yani sonunda olacağımız şeyi en baştan kabullenmediğimiz için günah işliyoruz sanki. Sonu bildiğimiz halde zorluyoruz kendimizi. HAY’dan HU’ya doğru yol alırken serüvenimizdir hayatımız bir anlamda. <br />
Derin bir tefekkür ve vecd ile bakarken hayata bunu anlayabiliriz belki. <br />
Anlam dünyamızı paramparça eden dünyaya duyarsız kalmakla belki biraz daha ilerleyebiliriz vecd haline doğru. <br />
Her salise, her saniye, her dakika ne olup bittiğinden haberdar olmak ne kötü bir hal. <br />
Bu, ruhumuzu ezen ve bizi yok eden bir travma, bir bela. Beni ben olmaktan uzaklaştıran bu saldırıya karşı ne yapmalıyım diye bazen uzun uzun düşünüyorum. <br />
Mesela bu adam olmasaydım ve başka bir adam olsaydım. Mesela sabah dükkanını açan ve tuhaf şeyler satan bir tuhafiyeci ya da küçük bir terzihanem olsaydı ya da bir marangoz ya da bir ayakkabı tamiricisi olsaydım belki de daha huzurlu olabilirdim. Olduğum şey yani bugünkü ben de şüphesiz Allah’ın bana takdir ettiği şey, buna isyan etmiyorum, şükürsüzlükte etmem, edemem, kulluğuma yakışmaz ama şimdi yaşadığım ben, bütün kendimi sağaltma çabalarıma rağmen hala zorluklar yaşıyor. <br />
Ben’in Allah ile Kul – Rab ilişkisi benim için çok ağır bir sorumluluk hissi. Kendimi dinliyorum bazen, iç sesimi yani belki de asıl BEN o yani. <br />
Çağ ve yaşadığım dünyanın dayatmalarına boyun eğmiş insanlarız çoğumuz. İnsan olmak sadeliğinden uzak bir hayatı gerçek bir hayatmış gibi yaşıyoruz. Sadeliğimiz belki de sadece namazımızda ve O’na yöneldiğimiz anlarda sağlayabildiğimiz bağda mevcut. Her an O’nun huzurunda olma yani İHSAN hali henüz gönlümüze yerleşmemiş. O halin gerçekleşmesi için gereken şartlar bizim için neredeyse MUHAL bir HAL. <br />
Yaşadığımız her yer ve ortam özünden koparılmış, derme çatma bir tasavvur ve tahayyüle işaret ediyor. <br />
İnsan özünden uzak, eşya özünden uzak, toprak özünden uzak. <br />
Cevherden uzak bir yerde hazineyi arıyoruz. <br />
Öz yani cevher nasıl gerçekleşecek? <br />
Tefekkür, tasavvur ve tekamül; insanda, eşyada, çevrede, şehirde ve dünya da nasıl tecessüm edebilir acaba? <br />
Öz’den insana, çevreye, eşyaya, şehre, ülkeye ve dünyaya neyi taşıyoruz bir düşünsenize. <br />
Bu taşıdığımız şey ÖZ ya da CEVHER midir yoksa bizim nefsimizden ürettiğimiz TEKEBBÜR müdür? <br />
Bunu düşünmeliyim, düşünmeliyiz. <br />
Bu debdebe ve şaşaa heyulasının bize öğrettiği ve öğütlediği şeyin ruhumuza ve ruhlara iyi gelmediği yaşadığımız KAOS’tan belli gibi. <br />
Bize kalsa CEVHER’i de bozmaya yelteniriz, onun formunu da bozarız. Şükürler olsun ki; ÖZ/CEVHER kıyamete kadar korunacak hatta ebediyete kadar. <br />
CEVHER gerçekleştikçe ve hayata hakim oldukça daha mutlu olabilirim ya da olabiliriz sanki ne dersiniz. <br />
Çok okumak ile çok düşünmek arasındaki bağ önemli bir bağ. <br />
Okumanın manası kişi kendin bilmektir diyenler neden öyle demiş düşündüm. <br />
Cehalet okumamak mıdır, bilmemek mi? <br />
Okumak bizi bilgilendiriyor peki bilmemizi sağlıyor mu? <br />
Bilmek ne demek? <br />
“Men arefe nefsehu, fekad arefe Rabbehu” sırrı ne demek düşündüm. <br />
Aklımda ve gönlümde kopan bu fırtınaların ve üşüşmelerinde bir anlamı var elbette. Bunu anlatmaya takatim yetmiyor. Kelimelerim bunu izaha yetersiz kalıyor. <br />
Bunun HAL meselesini olduğunu bildiğimden beri konuşmaktan acizim. <br />
Belki birkaç cümle ile geçiyorum yakınından. <br />
BEN, benden razı değilim, Allah bu BENDEN razı mıdır bilmiyorum, umudum O’nun rahmetidir. <br />
Bu BENİ, BEN demekten aciz bırakana kadar fırtınalı yollarda yürümeye devam edeceğimin de farkındayım.<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-17105805360601828582014-03-04T16:06:00.002+02:002014-03-04T16:06:57.780+02:00Tefekkür kırıntılarıİlk gençlik yıllarımızda islamı hakim kılmak ve yaşamak adına devleti ele geçirmemiz gerekir diye düşünerek yetiştik. O sebeple yüzlerce arkadaşımız ve hatta binlercesi devleti ele geçirmek için siyaseti bir araç olarak seçtik. Yani son kertede Siyasal İslam diye adlandırılan kapsamın içindeydik. İslamcılığımız Siyasal İslam düzleminde yol adı. Bizim için doktrin şöyleydi; hem tebliğ yapacağız hem de tebliğin önündeki dolayısıyla islamın önündeki engelleri kaldırmak için devleti ele geçireceğiz ve sonuçta ülkeyi ve dünyayı islamla yeniden buluşturacağız. <br />
Bilmiyorduk ya da farkında değildik, bu ülke de yaşayan insanlar müminler topluluğudur. Karşımızdakileri küfr içinde bir toplum ve devlet olarak tahayyül ettik ve öylece canla başla çalıştık, mücadele ettik. <br />
Ta ki "Reşid bir mümin" olana kadar bu hal üzere devam ettik. <br />
Ne demek "Reşid Mümin"? <br />
Neyi niçin yaptığını bilen kişiye Reşid denir. <br />
İşte neyi niçin yaptığımızı anladığımızda şöyle dönüp samimiyetle ilerlediğimiz gençlik yıllarına bir baktık. İslami bir yapının içinde olduğumuz ve bizi koruduğu için Allah'a şükrettik ama artık neyi niçin yapmamız gerektiğini de sorgulama vaktinin geldiğini anladık. <br />
Asıl meselenin devleti ele geçirmek olmadığının, islamın, ihsanın, ihlasın ve ebedi hayata hazırlığın yolunun bizatihi hayatın içinde olarak, insanla, eşyayla ve varolan tüm varlıklar alemiyle doğru ve dengeli bir ilişki kurmakla olacağını anladık. <br />
Varlık alemiyle doğru bir ilişki kurmanın yolunun, insanın nefsiyle ve ruhuyla kemale doğru ermesinden geçtiğinin önemini kavradık. <br />
Devleti ve siyaseti yerli yerine oturttuk zihnimizde. <br />
Allah'ın Kitab-ı Kerimi’nde bize vazettiği kurallar ve Efendimiz (AS) ın örnekliğindeki ilkeler bütünün devlet yönetirken örnek alınmasının gerekli ve şart olduğunu, emir ve yasaklar ölçüsünce şeklinin islam toplumu tarafından belirlenebileceğini anlamış olduk. <br />
Şimdi yaşadığımız mücadele biçimlerinin hiçbirisinin tam olarak hakikatin bizatihi kendisinin olmadığını bilmeliyiz. <br />
Siyasal İslam, Islahçı İslam, İslamcılık vs türlerinin aslında bir toplumsal mühendislik çalışması olduğunun farkında olmalıyız. İslam'ın esası hayat olmasıdır ve hayatın içinde olmasıdır. Geri kalan formların tamamı ideolojik saplantılar bütünüdür. <br />
İslamı bir hayat biçimi olarak görmeyen belli bir veçhesini esas alan tüm formlar eksiktir. İslam ne fikirdir ne ideoloji, islam hayattır. <br />
İnsanin doğumundan ölümüne hatta ruhların yaratıldığı aşkın zamandan, kıyamet ve ebedi alem düşüncesiyle birlikte zamanı, mekanı ve hayatı da aşan bir İMAN meselesidir. <br />
İslamcılık bir aidiyeti ve iddiayı vurgulayan bir kavram olarak tarihsel bir bütünlüğe işaret ediyor belki ama bir o kadarda sorunlu bir kavramaya işaret ediyor. İslam’ın ya da “ED DİN” olarak Allah’ın, Kitabı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye ile bize “üzerinizdeki nimetimi tamamladım” buyurduğunu parçalayan indirgeyen yanları olduğunu da farkında olmalıyız. <br />
Şimdi tüm bu anlayış ve kavrayıştan sonra kanaatim şudur; Ey müminler, ey dostlar, ey kardeşler; Allah’ın ve Rasulü’nün buyruğunun önüne kendi sözümüzü geçirmeyelim. Allah ve Rasulü bir iş hakkında açık hüküm beyan buyurmuş ise Allah’a ve ahret gününe iman eden müminler için başka bir tercihe yönelme hakkı yoktur. Allah ve Rasulü’nü müminleri kardeş kılmıştır, birbirinin hatalarını örtme ve hatalarını telafi etmek için fırsat tanıma emri vermiştir. Bu ilkedir ve kuraldır. Bir mümin topluluk bir başka mümin topluluğa topyekün savaş açmaz, açamaz. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-12730341488802601082014-03-04T16:05:00.001+02:002014-03-04T16:37:24.178+02:00Mümin sabır abidesi olmalıdırResulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Müminin işine şaşarım, çünkü onun işleri tamamen hayırdır. Bu da ancak mümine özgüdür. Çünkü o, sevindirici bir şeyle karşılaşınca şükreder, hayır olur. Zararlı ve üzücü bir şeyle karşılaşınca sabreder, bu da hayır olur."<br />
İslam hayattır bizim için. Bazen ayağımız taşa takılsa da doğrulur yine ilerleriz o yol üzere. İslam üzere olmak, en büyük şükür gerektiren nimettir bizim için. İslam üzere olan her insan mümin kardeşimizdir Allah’ın buyruğu üzere. <br />
Şimdiler de büyük bir imtihanla karşı karşıyayız. <br />
Bu imtihanın adı SABIR’dır. <br />
“Kavli Leyyin- yumuşak söz” ile mukabele etme vaktidir hatta belki de SUSMA vaktidir. <br />
Olan biten karşısında susulur mu, nasıl susarız bu haksızlık ve saldırı karşısında diye düşündüğünüzden eminim. <br />
Hayır kastettiğim şey öyle bir suskunluk değil. <br />
Kendinize Allah’ın esmasının tecellilerini yakıştırmayın diyorum ben. <br />
Doğru bildiklerinizi ve inandığınız değerleri savunun ama doğru bir üslupla yapmalısınız. Çok büyük bir imtihanla karşı karşıyayız. Masum ile suçlu olanı ayırdetme feraseti ile hareket etmeliyiz. <br />
Çevrenizde dost ve kardeş bildiklerimizle, üzerinde zerre şüphe bulunmayan “Vahyin hakikatleri” üzerinde hep birlikte düşünmeye gayret etmeliyiz. Açıp Kitab-ı Kerim’i okumalıyız bize ne diyor diye…<br />
Şunu sorgulamalıyız; <br />
Ey dostum, kardeşim; Sen ve ben ya da biz ve siz, aslında kardeşiz. Bizi kardeş ilan eden ise Rabbimiz Teala. <br />
Peki neden düşman oluyoruz? <br />
Benim partimin ya da senin grubunun menfaati ya da galibiyeti mi, İslam’ın ve Müslümanların yücelmesine tek başına vesile olacak yoksa her ikimizin Vahyin önderliğine teslimiyeti ve ilerlemesi mi? <br />
Sen suçlusun ve hatalısın diyebiliriz birbirimize. <br />
Peki ben siyasi olduğum için hatalarım çok, çünkü imtihanım senden ağır sorumluluklarım gereği “SEN olsaydın bu imtihanlarda, zorluklar yaşamaz mıydın ya da hatalar yapmaz mıydın” tertemiz kalabilir miydin? Doğru belki de benim kadar kirlenmeyebilir ve daha sabırlı olabilirdin imtihanlar karşısında ama “tertemiz” kalabileceğine inanıyor musun Allah aşkına söyle. <br />
Şimdi SEN, kendini benim yerime koy ve düşün. Sana bu tavsiyem kendi hatalarımı örtmek için değil, sadece bu hataları gel beraber düzeltelim teklifidir ama şartım şudur, birbirimize tuzak kurmayacağız. Çünkü kaybedersek her ikimizde kaybetmiş oluruz bilesin. <br />
Şimdi işin bir vechesi budur. <br />
Yani her iki tarafında kısa ya da uzun vade de kaybettiği bir kavga sözkonusu. Belki biri siyaseten gerileyerek kaybedecek diğeri ise itibarsızlaşarak. Fakat sonuca baktığımızda kazanan başka taraflar var. <br />
Peki bu kavga karşısında her iki tarafta samimi insanların olduğunu düşünen bir mümin olarak ne yapmalıyız? <br />
Önümüzde iki yol var; <br />
1- Tarafımızı seçip kavganın bir unsuru olacağız<br />
2- Kavga da her iki tarafında kendince haklı olduğu hususlar olduğunu düşünerek her iki tarafa da Hakk’ı ve Sabrı tavsiye edeceğiz. <br />
Benim asıl endişem şudur; Her iki tarafı da birbirini kırdırma üzerine bir planın olduğu şüphesi zihnimde dolaşıyor sürekli. <br />
Çok vahim şeyler yaşıyoruz. Devletin güvenliğini tehdit eden bazı hususlar yaşandı, yaşanıyor. Bunu yapanların ya da yaptıranların kötü niyetinden şüphemiz kalmadı artık. Ama bunu yapana kim bunu yapmasını öğütlüyor. İşte burada durup düşünmek gerekiyor? Bir iktidarı düşürmek adına yapılmaz bu işler. Bunu ancak bir başka devletin ya da istihbaratın unsurları yapabilir ve yaptırabilir. Şu halde bu yaşadığımız bir cemaat ve parti çatışmasının dışında bir şey olsa gerekir diye düşündürtüyor bana. <br />
Siyaset ve hükümet edenlerin hataları sebebiyle devletini zor duruma düşürmek bir muhalefet anlayışının yansıması olamaz. O yüzden mesele bir cemaat ile hükümet arasındaki çatışma zemininin çok ötesine geçmiş gibi görünüyor. <br />
Şimdi tam bu nokta da siyaset edenler şu soruyu kendisine sormalıdır; Benim iktidardaki hatalarımı bahane ederek devleti zaafa uğratma girişimini bir cemaat yapabilir mi? (Bunu tek başına başarabilecek bir cemaat olduğuna ben şahsen inanmıyorum. Eğer öyle bir cemaat ya da grup varsa zaten vay halimize!)<br />
Hükümet edenlere karşı olduğunu düşünen ve gitmesini isteyen cemaat mensupları ise şu soruyu sormalı kendine; acaba biz hükümeti düşürelim derken attığımız bazı adımları gören bazı ülkeler bizim üzerimizden başka bir operasyon yürüterek bizi kullanıyor mu? <br />
Başından beri bu kavganın içinde olmayan ve olan biteni izleyen, doğru düşündüğüne inandığım ve istikamet sahibi insanlara sorduğumda aldığım cevap şu; Bu kavga Türkiye ve Müslümanlar için çok büyük tehlikeli bir sürece ve gerilemeye sebep olacak sonuçları bakımından. <br />
Burada bize düşen şudur diye düşünüyorum; <br />
Ey devlet; sana kasteden kimler ise onları bul ve adaletle yargıla. <br />
Ey hükümet; Sende bu yaşananlardan sonra kendine çekidüzen ver ve hatalarını düzeltecek milletin güvenini yeniden tesis edecek bir siyaseti kendine rehber edin. Kendi adamın bile olsa hata yapanı ayıkla çünkü ayıklanmayan her çürük diğerlerini de çürütüyor ve yozlaştırıyor. Mazeretlere sığınmak hikmeti hükümetini her zaman payidar kılmayabilir. <br />
Ey Cemaat; artık sizde muhalefetinizi ya da desteğinizi doğru bir üslupla ve yolla yapın. Türkiye’de sadece bir partinin ya da bir cemaatin ikbaline endekslenecek kadar basit bir ülke değildir. Asli görevine geri dönmelisiniz ve sizde eğer içinde barındırdığınız insanlar arasında sorunlu tipler var ise bunları ayıklamalı ve sağaltmalısınız kendinizi. Olduğundan ya da olması gerektiğinden fazla misyonu üzerine almak ve yüklenmek bir cemaatin kaldırabileceği yükler değildir. İstediğiniz partiyi desteklemek ya da istediğinize muhalefet etmekte de elbette hürsünüz çünkü bunun sorumluluğu sizi ve mensuplarınızı bağlar. <br />
Bu noktadan sonra bize düşen sabırla beklemektir. İşlerin sonu Allah’a varacaktır. İnsanın cüz-i iradesiyle istediğini Külli İrade sahibi olan Rabbimiz Teala “Halk” eder. Fakat sorumluluğunu taşıdığını da insana bildirmiştir. <br />
Bu anlamda ALİM, HABİR, HALIK, ZÜL CELAL, ZÜL CEMAL VE SETTAR olan Rabbimiz hatalarımızı bize göstersin ve ibret alarak, dönmemek üzere akletmeyi nasip etsin. <br />
Siyaset bir FARZ-I KİFAYEDİR, Kardeşlik ve mükellefiyetlerimiz ise FARZ- AYN’dır. <br />
Sabrı kuşanalım, birbirimize “ASR” suresindeki emri ilahi buyruğunca İMAN, SALİH AMEL, HAKKI VE SABRI tavsiye edelim inşallah. <br />
Böylece hüsrana uğrayanlardan ve gazaba uğrayanlardan olmamak için gayret edelim. <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-26887452451883072562014-02-13T12:14:00.001+02:002014-02-13T12:14:58.308+02:00Bu da geçecek elbetteNeler yaşadığımızı anlatmaya bile gerek yok artık. Artık her şey apaçık herkesin gözü önünde yaşanıyor. Kayıtlar, baskınlar, görüntüler vs…<br />
Yaşadıklarımızdan nasıl bir ders çıkarmamız gerektiğini anlamaya çalışıyorum. <br />
Neden mi? <br />
2013 yılında Milat Gazetesi’nde ve Gazeteboyut’ta yazdığım yazılara bakıyorum zaman zaman. Geçmişte neler söylemiştim şimdi ise neyi savunuyorum diye. Bir iç muhasebe defteri tutuyorum kendi kendime. Şartlar değiştikçe nereden nereye gelmişim diye. Tutarlı mıyım, büyük bir savrulma mı yaşıyorum yoksa fikren kemale doğru mu ilerliyorum diye. Benzer süreçleri benim akranım olan ve birlikte yürüdüğümüz siyasi çizgiden gelen dostlarımızın birçoğu da yaşıyordur herhalde. <br />
Geçmişe doğru baktığımda nereden nereye geldiğimi (zi) şöyle özetleyebilirim; <br />
- Gelenekçi-Yenilikçi tartışmasında Gelenekçiler’den yana tavır koyarak R. Tayyip Erdoğan’ı suçlamıştım ve Milli Görüş Lideri Erbakan’dan yana tavır almıştım. <br />
- Saadet ve AK Parti ayrımında Saadet Partisi’nde kalarak yola devam etmiştim. Milli Görüş’e ve merhum Erbakan Hoca’ya daha sıkı bir bağlılık hissetmiştim. Zaten Erdoğan’la duygusal bir bağ kuramamıştım, sevgim ve saygım vardı ama Erbakan liderdi sonuçta. <br />
- Uzun yıllar arkadaşlarımızla Saadet Partisi’nde devam ettik hep beraber. Ta ki, Numan Kurtulmuş’la birlikte istifa edene kadar. Detaylarına girmeye bile gerek görmüyorum çünkü o süreçleri biraz daha demlendikten sonra yazacağım kendi görebildiğim kadarıyla.<br />
- İstifamızın ardından HAS Parti’yi kurduk hep birlikte. Zor bir seçim yaşadık ve fikren doğru olduğuna inandığımız şeyleri savunduk ama millette karşılık bulmadı ya da doğru şekilde anlatamadık. Belki de millet doğru olduğunu düşündü ise de oy vermedi bekle dedi şimdi vakti değil. Henüz Türkiye bu fikirleri hayata geçirecek bir nokta da değil mesajı da vermiş olabilir diye yorumladık iyi niyetle. Çünkü millete bühtan edemezdik. (Her ne kadar seçim sonrasında benim içinde bulunduğum yayınlanmasına itiraz ettiğimiz, İhsan Eliaçık’ın “Kervana son saldırı” başlıklı yazıyı HAS Parti sitesinde yayınlanmış olsa da millete bühtan edemezdik)<br />
- Ve HAS Parti’yi Kurucular Kurulu kararıyla (karşı çıkanların şerhlerine rağmen) kapattık ve AK Parti’ye katıldık. Yani AK Parti kurulduktan neredeyse 11 sene sonra AK Partili olduk. <br />
Bütün bu yaşadıklarıma bakınca siyasi açıdan bir savrulma yaşadığım hissine kapılmıyor değilim. Fakat fikir ve duygu dünyamda durum tam olarak öyle değil. <br />
Geçmişte yaşadıklarımla bugün geldiğim noktayı kıyasladığımda nelerden vazgeçtiğime bakıyorum, çevremdeki dostlarımla ilişkilerime, insanla, eşyayla ilişkilerime ve Rabbime olan kulluğuma. Bu saydıklarımın hepsi beni ben yapan şeylerin toplamı çünkü. İyiye doğru mu, kötüye doğru mu adım atıyorum diye bakıyorum? <br />
Belki de siyaseten dengeli/tutarlı bir fotoğraf vermemiş olsam da iç dünyamda, fikren yaşadıklarımda bir olgunlaşma sürecinde olduğumu görüyorum. <br />
Gençlik yıllarımızda devlet, parti, siyaset, ahlak, ibadet, bilgi ve İslami hareket gibi kavramlara yüklediğim anlam ile şimdi yüklediğim anlamlar arasında çok büyük farklılıklar var. Belki ilerleyen yaşlarımızda bu anlam dünyası daha da farklılaşacak. Artık siyaset hayatımda çok az yer işgal ediyor. Doğrusu bundan çok memnunum. Fiili siyaset yapılan ortamlar bana göre değil. Apolitik değilim elbette ama siyasetle olan organik bağımın en aza inmesi hayatımı daha değerli hale getirdi. Mesela siyasi sebeplerle dostlarımı kaybetmek artık bana göre değil. En muarız düşünceye bile tahammül edebiliyorum dostlarımdan gelen. Eskiden olsa bir daha yüzüne bakmazdım siyasetime laf edenin. Fakat yaşadıklarımız gösterdi ki; birbirilerini çok ağır şekilde itham edenler bile aslında dostluklarını devam ettirebiliyorlar. Bunu ne zaman anladın diye sorarsanız cevabım şu olur; Merhum Erbakan Hoca’nın, Başbakan Erdoğan ve Abdullah Gül ile ilgili değerlendirmelerini okuduğumda anladım bunu. Erbakan Hoca; biz uyarı vazifemizi yapıyoruz, onlar bizim evlatlarımızdır demişti o açıklamasında. Mutlaka kırgınlıklar yaşanmıştır ama insani ve İslami ilişkileri hep güçlü kalmış ama biz fark edememiştik. <br />
Demem şu ki; bugün yaşadıklarımız nedeniyle ortaya çıkan adına kavga, savaş, fitne her ne dersek diyelim, bir gün son bulacak diye düşünüyorum. Arada büyük bir ihtilaf olduğu kesin ama taraflar bir süre sonra durup düşünmek zorunda kalacaklar. Çünkü insaf bunu gerektirir. <br />
Bu kavga her iki tarafın birbirini son ferdine kadar kırıp dökünceye kadar sürmeyecek elbette. Gayrı insani, gayri İslami ve gayri ahlaki olduğuna inanılan unsurlar olabildiğince temizlenecektir her iki taraf açısından da. <br />
Geriye iki taraf içinde tedavisi, onarımı yıllar sürecek bir enkaz kalacak belki de. <br />
Devlet her iki tarafında kazananları ile birlikte olacak yine. O isimler kim olur bilemem ama 1000 yıllık devlet bunu hep başarmıştır. Osmanlı İmparatorluğu bakiyesine devralırken de bunu başarmıştı şimdi de başaracaktır. Bu tezi fazlaca “devleti kutsamak ve olduğundan fazla abartmak” gibi görenler elbette var biliyorum. Fakat gördüğüm ve konuşulanlardan/yazılanlardan anladığım bir şey var o da; devlet dediğimiz şey hiçte öyle AK Parti’ye ya da Cemaat/Fırka/Hareket gibi unsurlara teslim olacak kadar basit bir yapı değil. Kendi devamından yana hangi iradeyi doğru buluyorsa ona doğru gücünü kullandırıyor, alan açıyor. Bu alanı Ecevit’e, Türkeş’e ve Erbakan Hoca’ya da açmıştı. Sınırları zorladığını düşündüğünde ise senaryolarda değişiklikler yaparak yüzde yüz olmasa da şartları değiştirecek müdahaleler yaptı. <br />
Şimdi devlet şöyledir mesela; Gerekirse Gül’ü, Erdoğan’ı, Genelkurmay’ı, Bahçeli’yi, Baykal’ı, bazı tarikat ve cemaat gruplarını, hatta el altından bütün bunlara karşı olduğunu varsaydığımız bazı SOL grupları, CHP içindeki Şükrü Elekdağ gibi adamları bir masa etrafında toplayabilir. Bu kabiliyete sahip bir devletten bahsediyoruz. Hatta siz buna APO’yu ve büyük taraftar gruplarına sahip kulüplerdeki özel bazı isimleri de ekleyebilirsiniz. <br />
Fazla komplocu bir düşünce değil mi? <br />
Bence de öyle. <br />
Gençken bunlara ben de inanmazdım ve fakat yaşadığım siyasi süreçler ve tecrübeler bize bunların olabileceğini ve mümkün olduğunu öğretti. <br />
Tecrübeli devlet adamları, gazeteciler ve fikir adamları, tarih ve hatırat (otobiyografi) kitapları okurlar genelde. <br />
Peki neden öyle yaparlar? <br />
Sebebi üzerinde düşünmeye değer bence!<br />
Bütün bunlar sebepler dünyasında olan bitenlerdir. <br />
Mümin bir kul olarak nihayetinde şöyle düşünüyorum;<br />
“KÜN FE YEKÜN” <br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-54308426195839846232014-02-07T18:52:00.001+02:002014-02-07T18:54:33.445+02:00Bu yaşa erdirdin beni / 40<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-dl5m1d4yH-oncKmro3CPHadOGfZy7z1tPurzD7KMZA4BTHYNBbAmZd1G2bo01jPHwB8JHUaV0TTbiPv_6p-0r3CS5Dar6_-96eypY__2VTDqDfb4Yn443o_vCsqRP3bb5XnRjVLyFWs/s1600/IMG_7158.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-dl5m1d4yH-oncKmro3CPHadOGfZy7z1tPurzD7KMZA4BTHYNBbAmZd1G2bo01jPHwB8JHUaV0TTbiPv_6p-0r3CS5Dar6_-96eypY__2VTDqDfb4Yn443o_vCsqRP3bb5XnRjVLyFWs/s1600/IMG_7158.JPG" /></a></div>"Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar" şiirine şöyle başlar İsmet Özel; “Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında”<br />
Münacaat isimli şiirine ise “Bu yaşa erdirdin beni,gençtim.. almadın canımı ölmedim genç olarak” diye başlangıç yapar Şair İsmet Özel. <br />
Elbette İsmet Özel yalnızca Şair değildir ama biz O’nun şiirini de, şairliğini de ayrıca severiz. <br />
Evet ben şair değilim, bugüne değin yazdıklarıma da şiir denmez. Belki sadece birkaç aforizma ya da sayıklama.<br />
Ama 40 yaşındayım. <br />
Çok gördüm ve çok şey yaşadım. Buna Kader diyorum elbette. Beni bu yaşa erdirenin benim için çizdiği yolun 40 yaşıma kadar olan kısmı böyle gerçekleşti. <br />
Şimdi 40 yaşındayım. <br />
Beni tanıyanlar, bu yaşıma kadar çok kalp kırdığımı ve çevremdeki dostlarıma istemeden de olsa kimi zararlar verdiğimi bilir. <br />
Beni bu yaşa erdirmeyi murad eden Allah’a hamd ederim ki; kırkıma doğru daha sabırlı bir insan/mümin olabilmem için bana mühlet verdi. Sabrın ne büyük bir nimet olduğunu ben sonradan bildim yani kırkıma yaklaştığımda anladım. <br />
Neden kendimden bahsediyorum diye düşünüyorsunuz değil mi? <br />
Oysa tevazu satan bir adamın kendinden bahsetmesi abesle iştigal bir iştir. Haklısınız. <br />
Anlayın işte o kadar olabilmişim.<br />
İnsanın kemal bulması zor bir süreç. <br />
Hz.Peygamber (AS)’in yakın çevresinde bulunan arkadaşları uzun ve zor imtihanlardan geçmişler. Gökteki yıldızlar gibi olmaları da bu imtihanların hakkını vererek olmuş. Hayatımda hiç onların yaşadığı gibi bir zorlukla imtihan olmadım. <br />
Elbette bazı zorluklar yaşadım ama onların yaşadıklarına bakınca benim yaşadıklarımın esamisi okunmaz. <br />
Bu dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir bazıları için. <br />
Bazen bu dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu unutuyor ve gafletle sürüyoruz hayatımızı. Ama farkına varınca tevbeye sığınıyoruz şükürler olsun ki. O kapıyı hiç kapatmıyor Rabbimiz. <br />
Şimdiler de 40 yaşındayım. <br />
Bundan sonra daha kaç yıl yaşayacağım ya da kaç gün bilmiyorum. <br />
Sadece ve sadece hatalarım için O’ndan af diliyorum. <br />
Ve varsa eğer üzerimde hakkı olan, onlardan da helallik dilerim. <br />
Çünkü artık 40 yaşındayım, belki de yolun sonundayım…<br />
Vesselam.<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-51579859693806506292013-11-12T15:09:00.001+02:002013-11-12T15:20:17.436+02:00Medet Ya Hüseyn<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh57I0eAyI1b6lcX91HilalyPbgFdmcJWvHSDNC9H1igrAJeD83ffDBFLhV_26I2we3eurMOoHqLQsdWgBeIHQ-HGsYvB-5Au_kOgK_OX_B1tm-MYT48Velky7i8O0ej6LN0PsJMlSSZ0g/s1600/nmje28acry4megu74f3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh57I0eAyI1b6lcX91HilalyPbgFdmcJWvHSDNC9H1igrAJeD83ffDBFLhV_26I2we3eurMOoHqLQsdWgBeIHQ-HGsYvB-5Au_kOgK_OX_B1tm-MYT48Velky7i8O0ej6LN0PsJMlSSZ0g/s320/nmje28acry4megu74f3.jpg" /></a></div>Kurretül aynı habibi kibriyasın ya Hüseyin <br />
Nuru çaşmi şahı nazarı mürtezasın ya Hüseyin <br />
Hem çiger pareyi Zehra fatıma hayrün nisa <br />
Ehli beyti müctebasın ya Hüseyin <br />
Ruz-i mahşerde desti haydardan içerken kevseri <br />
Sen susuzluklar şehidi kerbelasın ya Hüseyin <br />
Kıl şefaat arif-e ceddin Muhammed aşkına <br />
Arze-i mahşerde makbuli recasın ya Hüseyin<br />
<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-84774104891891782222013-09-18T14:57:00.001+03:002022-06-12T13:09:08.554+03:00Bikaç iyi adam<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiphsPrhhYl6PDWWQ0phHy_wxA6WRWNmWsg_tfK7vyLp7ClkYx3DJ2Xjoz_AGpmkPbh4CfaJsNFG4E5QU4CufDLdNbvG4Qi4KGmjYRZIeqOXcwu_9wzzOM0aBq7Sz0ToCB9Vg2qjcPJYgQ/s1600/Sezai-Karako%C3%A7.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiphsPrhhYl6PDWWQ0phHy_wxA6WRWNmWsg_tfK7vyLp7ClkYx3DJ2Xjoz_AGpmkPbh4CfaJsNFG4E5QU4CufDLdNbvG4Qi4KGmjYRZIeqOXcwu_9wzzOM0aBq7Sz0ToCB9Vg2qjcPJYgQ/s320/Sezai-Karako%C3%A7.jpg" /></a></div>Modernitenin dokunduğu her şey, herkes, her yer kendisi olmaktan çıkıyor. Oysa kadim değerlerimiz bize “kendimiz” olarak kaldıkça tekamül edebileceğimizi öğütlüyor. Onun içindir ki Yunus Emre Hazret “bir ben vardır ben de benden içeru” demiş olsa gerek.<br />
<br />
Yaklaşık bir yıldır işimiz gereği gönüllü ya da gönülsüz epeyce şöhretli isimle farklı ortamlarda birlikte olduk. Kimi şair, kimi yazar, kimi akademisyen, kimi hiçbir şey gibi görünen ama iyi ve güzel insanlar.<br />
<br />
Doğrusu hepsinde ayrı bir ruh, ayrı bir muhabbet ve insani durum var doğal olarak.<br />
<br />
Fakat bazılarını ayrı bir yere koymak gerek.<br />
<br />
“İnsanı, insanın kurdu” olmaya çağrıldığı bir çağda, onları içinde yaşadıkları çağa ve modern zamana da karşı duran “direnişçi dervişler” saymakta bir beis görmüyorum ben. Çünkü kendileri gibi kalabilmişler. Şimdi onlardan sadece birkaç tanesi hakkındaki düşüncelerimi ve hissettiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.<br />
<br />
Sezai Karakoç; Mümin bir gönül ile karşılaşırsınız onu ilk gördüğünüzde. Kitaplarından ve yazılarından öte sakindir ama hayallerine ve diriliş nesline imanı taptazedir. Öyle üstten bakmayan, doğru bildiklerinde ısrarcı ve mümince inada sahip bir Üstad.<br />
<br />
Mustafa Kutlu; Onda sanki kendi geleceğimi gördüm bir yönüyle. Sanki yaşlandığımda olmak istediğim şeye yakın bir insan vardı karşımda. Tane tane konuşan küçük şeylerle mutlu olmayı başarabilen, debdebe ve şaşaadan uzak, derviş, kalender bir ağabey edasında her daim.<br />
<br />
İsmail Kara; Uzaktan bilenler için mesafeli ama kendisine yaklaşmasına müsaade ettiği ve emin olduğu insanlara karşı son derece mütevazı, ilim aşığı bir şahsiyet abidesi. Okuma da, yazma da titiz, “eser” saydığı ve gördüğü her şeye aşk derecesinde bağlı, eski ve yeniyi terazi de tartma ve ölçü de kusur etmeme hassasiyetine sahip, “değer” sarrafı, ahlak ve edeb sahibi yüce gönüllü bir Alim.<br />
<br />
Rasim Özdenören; Dinlemeyi seven, yaşına rağmen şakacı ve sevecen, gençlerle arasında kuşak farkı yokmuşcasına sohbet edebilen canlı bir, Necip Fazıl, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt kuşağı ansiklopedisi gibi. Hatıraları bile belgesel konusu olacak kadar yaşanmışlığı olan güzel insan.<br />
<br />
İsmet Özel; Bir iftar sonrasında bir araya geldiğimiz ve belki de fazla soru sorduğum için hakkımda “ne ukala” diye düşündüğünü hissettiğim apayrı bir zihin dünyasına sahip fildişi kuledeki şair ve düşünür. Endişeleri sebebiyle acıtıcı sözlerini ve kelimelerini bir kurşun gibi kullanan, kim olursanız olun lafını esirgemeden söyleyen hayal dünyasında mı yaşıyor acaba diye tereddüt ettiğiniz acayip, orijinal ve kendine has bir zihin. Olayları hala başka/farklı yorumlayabilen başka/acayip mütefekkir ve şair.<br />
<br />
Bu beş ismi genel anlamda hepimiz tanıyoruz ama onlar hakkında konuşurken daha dikkatli olmakta fayda var. İnsanları aşırı yüceltmenin çok doğru olmadığını bu yaşımıza kadar yaşanmışlıklarımızla yaşımız miktarınca öğrendik. Fakat bu isimleri gönlümüzde, zihnimizde ayrı bir yere koymalı ve değerlendirmeliyiz.<br />
<br />
Bu isimlerin ardına Hüsrev Hatemi Hoca’yı, D. Mehmed Doğan’ı, Hilmi Yavuz’u ve İlhan Kutluer’i de ekleyebiliriz.<br />
<br />
Hepsi ayrı bir kıymettir bu isimlerin. Bu isimleri güncel politik meselelerdeki çekişmelerimizin ve kategorik ayrıştırmalarımızın, ötekileştirmelerimizin malzemesi yapmayalım. Hiç değilse bu kadarcık saygıyı, hürmeti ve edebi becerebilelim.<br />
<br />
Kul hatasız olmaz elbette. Mutlaka bu isimlerinde kimilerine batan dikenleri olabilir ama gördüğüm şu ki bu isimler bize nefes aldıran değer/anlam dünyamıza katkı yapmayı sürdürüyorlar.<br />
<br />
Bir yitik cennet düşü kurabilme kabiliyetine sahip çok az sayı da “iyi adam” kaldı çevremizde.<br />
<br />
Yeni ve orta kuşak diye niteleyebileceğimiz arkadaşlarımız ve dostlarımız da var elbette. Onları da unutmuş değiliz. Çabalarını ilgiyle ve gönül hoşluğu içinde izliyoruz ve destekliyoruz. Belki başka bir vesile ile onları da yazarız.<br />
<br />
Allah bu topraklardan ilim, hilm, ahlak, belağat, salih amel, riyazat, tevazu, edeb, tefekkür, tedebbür, yüce gönül sahibi insanları eksik etmesin. İlim ve İrfan ehlinin bereketi daim olsun inşallah.<br />
<br />
- See more at: http://www.gazeteboyut.com/birkac-iyi-adam-ali-ozturk#sthash.nZcVFOz7.dpufali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2069583097358842166.post-88561352669118933802013-08-26T12:38:00.000+03:002014-03-04T16:36:46.977+02:00Ahmet Hakan’ın acısından “kin” üreten acziyetDoğrusu bu kadarını beklemiyordum. Bir Yahudi cenazesi karşısında “saygı” ve “hürmet” tavsiye eden Peygamber’in ümmeti nasıl böyle bir ruh haline büründü. <br />
Kimedir bu kininiz ve öfkeniz? <br />
Gezi’deki Vandallara olan kininiz vicdanlarınızı nasıl böyle köreltir ve körleştirir? <br />
Bu şekilde davranmak hangi kitapta ve hangi Resül’ün sünnetinde mevcut Allah aşkına? <br />
Bir insanın fikirlerini reddetmeniz ya da beğenmemeniz sizi bu iz’ansızlığa nasıl sevkeder? <br />
Ahmet Hakan ve Mahmut Fazıl Coşkun’un eski Silivri Müftüsü olan muhterem babaları vefat etmiş ve tüm aile fertleri acı içindeyken acısını paylaşan bir insana bu “höykürmeniz” hangi vicdanınızın eseri. <br />
Yapmayın bunu Allah aşkına. Allah adına yapmayın, Müslümanlık adına yapmayın!<br />
İnsanların “ölüm” karşısında duydukları acıyı hafife almayın, alay etmeyin. <br />
“Ama” sı yoktur acının ve ölümün. Gelir ve geride kalanları acıtır ve üzer. <br />
Evladının kabri başında ağlayan Rasül’ün ümmetisiniz siz, ne çabuk unuttunuz!<br />
Kendi adıma böyle bir “ideolojik İslamcılık”tan uzağım ben.<br />
Ahmet Hakan’ın fikirleri, hataları, günahları kendisini bağlar. Herkesin doğruları ve yanlışları vardır. Velev ki Ahmet Hakan sizin apaçık düşmanınız olsa bile babasının vefatının ardından “ya nasılmış gördün mü acıyı” filan tarzında düşünceler bir mümine yakışır mı? <br />
Ahmet Hakan’ı sevdiğimden değil bazılarının kin ve nefretinden kendimi ayırmak için bütün bunları yazıyorum. <br />
Etrafa kin ve nefret saçan bu meczup güruhtan beriyim ben. <br />
Böyle Müslümanlarla yoldaş olacağıma kendi hatalarımla ve sevaplarımla “halvet ve uzleti” tercih ederim daha iyi. <br />
Uzağım sizden ey riyakarlar!<br />
Uzağım sizden ey kinciler!<br />
Uzağım sizden ey acıdan bile “suizan” üretenler!<br />
Başbakan Esma’ya ağladığında onu “riyakarlıkla” suçlayanlarla, Ahmet Hakan’ın acısından ve gözyaşlarından “oh olsun” diyenlerin arasında benim nazarım hiç ama hiç fark yok. <br />
Unutmayın; <br />
“Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz.” <br />
Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle nakletmiştir:<br />
Yanımızdan bir cenaze geçmişti. Resulullah (asv) hemen o cenaze için ayağa kalktı. Biz de (ona uyarak) kendisi ile beraber ayağa kalktık ve: "Ey Allah'ın Resulü! Bu bir Yahudi kadınının cenazesidir." dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asv):"Şüphesiz ölüm korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa kalkınız." buyurmuştur.(Müslim, Cenaiz, 78,Hadis no:1593)<br />
Kays b. Sa'dv'in (r.a.) rivayetinde İbn Ebu Leyla şöyle nakletmiştir:<br />
Kays b. Sa'd ile Sehl b. Huneyf, Kadisiyye'de bulunurlarken yanlarından bir cenaze geçti. Bunlar ayağa kalktılar. Kendilerine; bu cenaze, bu yer halkından (yani zımmilerden) dir, denildiğinde Kays ile Sehl de: Resulüllah'ın (asv) yanından bir cenaze geçmişti. Allah Resulü, ayağa kalktı. Bunun bir Yahudi cenazesi olduğu kendisine bildirildiğinde: "Bu da bir insan değil mi?" buyurdu.(Müslim, Cenaiz, 78,Hadis no: 1596)<br />
ali öztürkhttp://www.blogger.com/profile/15349887518446204153noreply@blogger.com0