Çarşamba, Mayıs 29

İslamcılık Düşüncesi Sempozyumu, İslamilik, Yerlilik ve Ümmet


Bu kadar geniş bir başlığı bir yazıya sığdırmanın zorluğunun farkındayım. Fakat bir başlangıç yapmanın gerektiğini düşündüğüm için bu ilk yazıyı yazmak zorunda hissettim kendimi.
Malum olduğu üzere 17-18 -19 Mayıs tarihlerinde acizane bizim de organizasyon bağlamında sorumluluk üstlendiğimiz Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi sempozyumu Zeytinburnu Belediyesi tarafından gerçekleştirildi. Elbette bu sempozyumun bir gerçekleşme hikayesi var. O hikayeden bazı notları sizlerle paylaşmak istiyorum.
İslamcılık Düşüncesi sempozyumun gerçekleştirilmesi gerektiğinin ana fikri, bu alanda önemli ilk tahlil ve analiz çalışmalarına imza atmış İsmail Kara Hocamız’a aittir. Sempozyum fikrinin gerçekleşmesi ve olgunlaşması sürecinde birçok dostumuzun katkısı olmuştur. Genelde bu tür sempozyumlar için bir “Düzenleme Kurulu/Tertip Heyeti ya da Bilim/Akademi Kurulu” tesis edilir. Elbette bu sempozyum içinde bu türden bir Düzenleme Kurulu vardı. Fakat bu heyet profesyonel bir kurul olarak teşkil edilmedi. İsmail Kara Hocamız’ın önderliğinde sempozyumun en güzel şekilde gerçekleşmesi için İslamcılık tartışmalarını, literatürünü yakından takip eden ve hatta zaman zaman tartışmalara da katılan isimlerden teşekkül etti.
İsmail Kara Hocamız, sempozyumun ana ekseninin belirleyicisi olmasına ve bu alandaki temel referans kaynağı sayılabilecek çalışmalara imza atmış bir “ilim adamı” olarak doğrusu tahminimden çok daha mutevazı bir üslupla sempozyumun gerçekleştirilme sürecini yürüttü. Bu bağlamda “ilmin, irfanın ve idrakın” ehlinde nasıl zuhur ettiğini müşahede ettik yaklaşık beş ay süren hazırlık sürecinde.
Bu sempozyumun gerçekleşmesi bugüne kadar gazete, dergi, tv, sosyal medya, kitap, radyo, söyleşi, seminer, forum gibi çeşitli ortamlarda tartışılmış birçok konu başlığını bir arada konuşma ve analiz etme imkanının oluşması anlamında bir ilk olacaktı ki nitekim oldu da. Daha önce HAS Parti İstanbul İl Başkanlığı döneminde Mehmet Bekaroğlu’nun gayretleri ile gerçekleşen “Değişen Dünya da İslamcılık” konulu bir günlük çalışma fazlasıyla siyasi bir faaliyet olarak algılandığı için gerekli ilgi ve karşılığı bulamamıştı.
Bu sempozyumun ana ekseni ve amacı daha çok Türkiye İslamcılığı’nın tarihsel kökleri, diğer hareketlerle etkileşimi, değişimi ve kısmen bugün geldiği noktayı analiz etmekti. Oturumların başlıklarının seçimi ve tebliğci isimlerin daveti de bu ana/esas konu etrafında şekillendirildi. Burada akıllara takılan sorular olduğunu tahmin ediyorum.
Neden İslamcılık tartışmalarının tarafı olan bazı isimler bu sempozyumda yer almadı ?
Doğrusu şu husustan emin olmanızı isterim. Bu sempozyumda olması gerekir diye düşündüğünüz ve ilk akla gelen isimlerin (sehven unutulması dışında) tamamına yakını bu sempozyuma tebliğci olarak davet edildi. Sempozyumda “Öncüler” oturumunda hakkında tebliğ sunulan yaşayan isimler hariç elbette. Hatta hakkında tebliğ sunulan Üstad Sezai Karakoç’u programdan haberdar etmek ve sempozyum hakkındaki düşüncelerini anlamak ve almak için davetiyeyi bir dostumuzla birlikte şahsen ben götürdüm. Üstad ile yarım saate yakın bir görüşmemiz oldu Diriliş Yayınları’nın merkezinde. Konudan ve sempozyumdan haberdar olduğunu söyledi. Ve konuyla ilgili bizim davetiyeyi ulaştırdığımız günlerin öncesindeki hafta sonu gerçekleştirdiği Diriliş Partisi Cumartesi konuşmasında “İslamcılık” tartışmalarına ilişkin sözünü ve görüşlerini açıkladığını bizlere ifade etti. Üstad’ın konuşmasının ve bize söylediği sözlerin özeti şuydu; İslamcılık isimlendirme anlamında sorunlu bir ifade. Bu isimlendirmeyi bu iddiayı seslendirenler değil dışarıdan bazıları yakıştırdı. Ben hiçbir zaman İslamcıyım demedim, bizim görüşlerimiz ve düşüncelerimiz zaten ortada, ben müslümanım. Fakat İslamcılık üzerinden muhteva bakımından iddialarımıza, İslam’a ve Akif’e, Necip Fazıl’a ve bize saldıranlara ve öldü diyenler kendileri ne yapmışlar söylesinler Allah aşkına” diyerek “İslamcılık öldü” diyenlere tepkisini dile getirdi.
Üstad’ın bu sitemi dile getirmesi şüphesiz hakkıdır. Türkiye’deki yerli İslam Düşüncesi’nin inşasının mimarlarından olan Üstad Sezai Karakoç ve çağdaşları olan diğer isimlerin görüşlerine ilişkin zaman zaman dile getirilen ve haddi aşan haksız eleştirileri doğrusu biz de hayretler içinde müşahede ediyoruz.
Tabii bu arada şu hususa da dikkatinizi çekmek isterim.
“İslamcılık öldü, şimdi biz de burada bunun otopsisini yapacağız” diyen Mümtazer Türköne’nin takındığı tavrın aslında tartışmaların daha da alevlenmesini ve belki de geleceğe ilişkin daha doğru bir yol/düşünce/yöntem önermesinin açığa çıkmasına katkı sağladığını gözardı edemeyiz. Mümtazer Hoca anladığım kadarıyla kasıtlı bir tahrik olarak bunu yapıyor. Sempozyum süresince takındığı tavır ve sonrasında konuya ilişkin değerlendirme yazılarında da böyle bir niyeti olduğunu hissettim. Bütün bu iddialarını dillendirirken oldukça keyifliydi. Mümtazer Hoca’nın iddiaları İslamcılar’ın çelişik, bezgin ve konjönktürel tavırlarının açığa çıkmasında bir turnusol görevi ifa ettiğini de bir kenara not etmekte fayda var.
Üç gün boyunca çok farklı düşünce geleneğinden gelen isimler İslamcılık Düşüncesi’ne dair görüşlerini ve düşüncelerini katılımcılarla paylaştı. Doğrusu bu sempozyumu diğer tartışmalardan farklı kılan en önemli husus, tartışmanın taraflarını aynı ortamda buluşturmak suretiyle tartışmanın daha interaktif ve sağlıklı bir zeminde devam etmesine katkı sundu.
Genel anlamda bilinen tahlil ve analizlerin dışında meselenin farklı veçhelerinin olduğu gerçeğiyle de yüzleşmiş olduk. İslamcılığın tarihsel süreç içinde geçirdiği dönüşüm, değişim, gelişim ve topluma etkileri ile birlikte diğer düşünce okulları ile ilişkisinin değerlendirilmesi bağlamında da önemli başlıklar ve tebliğler açığa çıktı. Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi’nin yelpazesinde bulunan farklı okul ve ekollerin birbirilerine karşı daha yumuşak ve anlayışlı bir üslubu benimsemiş olduklarını gördük bu sempozyumda. Artık hiç kimse bir diğerini farklı düşündüğü için tekfir etme/ötekileştirme tavrında değil.
Elbette yüzde yüz aynı düşünülmüyor. Fakat yaşanılmış tecrübeler İslamcılar’ı “tekfir” hastalığından kurtarmış gibi gözüküyor. İslamcılığın artık tasavvufla, fıkıhla, temel islami akidelerle kavgası olmaması gerektiği düşüncesi genel kabul görmüş gibi gözüküyor. 80’li yılların başından 90’lı yılların ortalarına kadar devam eden aşırı yorumların çoğu yerini aklı selim değerlendirmelere bırakmış durumda. Herkesin üzerinde ittifak ettiği bir diğer husus ise Müslümanların/İslamcıların iktidarla olan ilişkileri sürecinde yaşadığı kayıplar ve kitlenin yozlaşması sorunu. Tarihte olduğu gibi siyasi iktidarla direk ilişki içine giren ve varlığını iktidarın varlığına istinad eden hareketlerin çok büyük bir imtihanla başbaşa olduğu gerçeği orta yerde durmaktadır. AK Parti iktidarının 10 yılı aşkın bir süredir devam eden icraatlarının topluma ve İslamcı yapılara etkisinin doğru bir konumlandırma ile aşılabileceğinin tartışılmaya başlandığını söylememiz mümkün. Herhangi bir siyasi hareketin, partinin, cemaatin, ekolün ve yapının tam anlamıyla islamı temsil etmediği gibi AK Parti iktidarının da İslam’ı kapsayamayacağını, şu halde amellerinin topyekün kabul ve topyekün red penceresinden değerlendirmenin yanlışlığı tam anlamıyla olmasa da bir yönüyle ortaya çıkmıştır. İslamcılık Düşüncesi tarihin akışı içinde kendi mecrasında ilerlemektedir. Bu ilerlemenin pozitif yönde olduğu kanaatinde olanlar olduğu gibi negatif bir evrim içinde ilerlediği tezini savunanlar olduğu da muhakkak mevcuttur.
Yine İslamcılar’ın geldiği nokta itibarıyla ulaştığı en önemli sonuçlardan birisi de şüphesiz, bu topraklara ait bir İslamcılık anlayışının kurgulanmasının gerekliliğidir. Türkiye İslamcılar’ı dünyadaki pek çok islami hareketten çok daha ciddi tecrübeler yaşamış bir birikime ulaşmış durumdadır. Artık başka tarihi tecrübelerin bu toprakların sorunlarına çare olamayacağı açıktır. Yerli bir düşünce tasavvurundan hareket ederek daha doğru adımlar atabileceğimizi anlamış durumdayız. Tercüme hareketleri ile bize intikal eden eserlerin kendi ülke şartları ile çok bağımlı/bağlı olduğuna nihayet karar verdik.
İslamcılık tecrübesinin “devrimci-radikal” düşüncelerden arındığını da söyleyebiliriz. Fakat bu arınmanın yönünün Muhafazakarlaşma’ya doğru ilerlemesi de ciddi bir savrulmaya işaret etmektedir. Müslümanlar’ın “servet” edinme yollarının açılması ile hem statükocu hem de toplumun diğer kesimlerini “ötekileştirici” tavrına da şahit oluyoruz. Özellikle bir kısım eski İslamcı’nın servet/mal edinme, elde etme düşüncesi ile her yolu mübah sayan tavırları İslamcılık Düşüncesi’nin zeminini erozyona uğratmıştır. İslamcıların bir kısmı elde ettikleri serveti kendileri için yeni “Ghetto”lar inşa etmek için sarfetmektedir. Laik elitlerin ulaştığı refah seviyesini kuru bir taklit ile başlayan bu süreç sözümona “alternatifcilik” kılıfı altında islamın ve Müslümanların izzetine yakışmayan amelleri mübah sayan, halka tepeden bakan acayip bir güruhun türemesine sebep olmuştur. Bu güruh “muhafazakar” bile sayılamayacak kadar sekülerleşmiş bir dindarlık üretmişlerdir. Sekülerizm ve dindarlığın yan yana gelmesi ihtimalini yıllar önce bize söyleselerdi herhalde hepimiz “saçma” bir düşünce derdik. Oysa geçmişte kınadığımız ve beğenmediğimiz, kerih gördüğümüz birçok amel bugün eski İslamcılar’ın sonradan görme tipleri tarafından “dindarca” yapılmaktadır.
Sade, kendisi olma çabasında Müslümanları “Kentleşmemekle” suçlayan bu elitist güruh, kentin çeşitli bölgelerinde kurdukları milyar dolarlık arsalarında, çiftliklerinde ve villalarında “dindarca” bir hayatı sürdüklerini ve bununda mübah bir İslami hayat olduğu tezini savunmaktadırlar.
Öte yandan bütün bu “seküler dindarlaşma” karşısında karşı duruş sergilemek için ortaya çıkan bazı mahfillerde kendilerini tanımlamak için “anti-kapitalist” adlandırmasına sığınmaktadırlar. Sorunun elde edilen kapital mi yoksa kaybedilen ruh mu olduğu konusunda henüz ortak bir kanaate ulaşabilmiş değiliz.
Bu konunun bahsi diğer olduğunu belirterek ana konumuza geri dönecek olursak; İslamcılık Düşüncesi sempozyumu bir öncü çalışma olmuştur. Elbette eksikleri vardır. Bu öncü çalışma iyi niyetle ve samimiyetle ortaya konmuş ve herkesin dikkatine sunulmuştur. Bu sempozyumun bildirilerinin yer alacağı kitap çalışması, bildiri sunumları esnasında zaman darlığı nedeniyle dile getirilemeyen birçok hususu da barındıracağı için önemli ve güncel bir başvuru/referans kaynak olacaktır.
Türkiye İslamcılık Düşüncesi sempozyumu belki bundan sonra gerçekleştirilecek diğer çalışmalara öncülük etmesi bakımından tarihe bir not düşmüştür. Bu sempozyumu dikkatle takip eden, katkı sunan ve tabii maddi-manevi sorumluluğunu üstlenen herkese teşekkür ederek bu ilk parantezi kapatmış olalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder